Modern devletlerin siyasal tarihi, neredeyse tümüyle cumhuriyet, devrim, ulus gibi anlatılar üzerine kuruludur. Kimi zaman bu anlatılar, hiçbir kültürde kabul edilemeyecek insanlıkdışı bazı siyasi-askeri pratikleri bile ‘normalleştiren’ bir işlev görmüşlerdir. Zira aslolan bu “büyük” anlatılarda dile getirilmiş “yüce” hedeflerdir ve gerisi sanki teferruattır. Bu anlatıların gölgesinde kalmış dramatik öykülerin ve politik günahların çoğu bilinmiyor bile. Bu durumun Türk modernleşmesinin öyküsünde de çok örnekleri vardır ve aslında bugün de bu eğilim, bir ölçüde devam etmektedir.

***

Bugün onlardan birine; Cumhuriyet’in erken yıllarında yaşanan Alişer’in öyküsüne değinmek isterim. Alişer Koçgirili, Kürt ve Alevi bir şahsiyettir. 1921 yılında, Koçgiri kırımı günlerinde Dersim’in Ovacık ilçesine gelmiş, ömrünün sonuna kadar bu kasabanın sınırlarında yaşamıştır. Ömrünün son bulma biçimi ise tam manasıyla dehşet verici bir öyküdür. Öldürüldükten sonra başı bedeninden ayrılarak, ilgililere sunulmuştur.

Eşi Zarife hatun ile birlikte öldürüldükten birkaç gün sonra, 18 Temmuz 1937’de Son Telgraf gazetesi Alişer’i, “Seyit Rıza’nın erkanıharbi” olarak nitelemiş ve bir ‘ulusal kahramanlık’ öyküsü gibi “Alişer’in başı kesildi” diye yazmıştı. Habere göre bunu yapan Zeynel isimli kişi, vatan borcunu ödediğini söylemiş; zira bu işi Türklük vatan borcu olarak görmüştü. Dediğine göre “Koçgirili Alişer belasından Dersimi ve bu vatan parçasını kurtarmıştı”.  

Gazetenin bu ‘büyük anlatıya’ dair notları da vardı. Buna göre “Alişer, Osmanlı zamanında müteaddit defalar hükümete isyan etmiş, büyük harpte Çar ordusu ile birleşmiş, İstiklal harbi harekâtını geriden vurmak istemiş, Türkü, Türke düşman etmek isteyen bir vatan haini idi”. Böyle anlatıldığı için başının kesilmesi gibi barbarlığın en vahşi hali bile, “normal” bir durum olarak sunulmuştu.

***

Oysa resmi tarihin aktörleri bile Alişer’e dair bu anlatıların gerçekle bir ilgisinin olmadığını söylemişlerdi. Türk tarihçiliğinin ünlü ismi Cemal Kutay: “Ben Alişer’le 1936’da doğrudan doğruya kendi arzumla ve irademle görüştüm” demişti. Kutay gayet açık şekilde “Alişer’i kendi adını taşıdığı büyük ceddi Alişir Nevai’den ayıramazsınız. O da onun kadar rahat Türkçe konuşmuştur. Konuşmaları Yunus Emre kadar Türkçedir ve o ne güzel Bektaşi ilahileridir öyle? İstirham ederim, Nakşibendîliği, Melamiliği benimsiyorsunuz da yedi göbek Türk tarikatı Bektaşiliği niçin reddediyorsunuz” diye bir de sitem etmişti.

Aynı şekilde 1937 Dersim harekâtında Albay rütbesiyle görev yapan Nazmi Sevgen de Alişer’i tanıdığını yazmıştı. Sevgen’e göre Alişer, çok iyi Türkçe okuyup yazan bir kişiydi. Çok iyi şiir yazdığı gibi, saz da çalmaktaydı. 1921 yılı Nisan ayında Koçgiri’den Dersim’e kaçmıştı ve öldürüldüğü zamana kadar burada yaşamıştı. Öldürüldüğünde 55 yaşındaydı. Bu süre içinde aktif siyasi faaliyeti olmadığı gibi, ekonomik durumu da iyi değildi. Köylerden zaire toplayarak geçimini sağlamaya çalışmıştı. Sevgen, Alişer tarafından yazılmış olan bir miktar mektuba ve belgeye ulaştığını da yazmıştı ki bunların akıbeti bugün de bilinmemektedir.

Alişer’e dair Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü belgelerinde de çeşitli bilgilere ve Alişer’in yazdığı belirtilen şiirlere tesadüf etmek mümkündür. Bu belgelerde de Alişer’i suçlayan somut herhangi bir bilgi yer almamaktadır.

***

Sonuç olarak bütün bu resmi belgelerde ve anlatılarda iyi bir yazar, şair, Türkçeyi iyi bilen, aktif siyasetle ilgisi olmayan, geçimini sağlamak için zairecilik yapan kendi halinde bir kişiden bahsedilmektedir. Fakat yine de Alişer, derin bir düşmanlık duygusuyla ve bütün ayrıntıları hesaplanmış bir plan dahilinde üstelik etrafındaki kişilere öldürtülmüş ve kafasının kesilerek ilgililere sunulması bir ‘zafer’ olarak yansıtılmıştır.

Bir ülke ve toplum bu tür anlatıların gölgesinde kalmış, böylesine dramatik insan öyküleriyle yüzleşmediği sürece, tarihe dair kurduğu cümleler genellikle kendine söylediği ve herkesin de inanmasını istediği bir yalandan ve onu örten hamasetten ibaret kalır. O da ne yazık ki sadece benzer öykülerin iklimini inşa eder. Alişer’in öyküsü böyle yüzlerce örnekten sadece birisidir.