Türkiye tarihinin en acı veren toplu ulaşım facialarından, hattâ bu faciaya yol açan ihmaller göz önüne alındığında en büyük toplu ulaşım katliamlarından biri olduğu için Çorlu Tren Katliamı dememiz gereken olaydan sorumlu olanların yargılanması bir türlü sonuçlandırılamadı.

Dün bu umutla bir kez daha Çorlu’da mahkeme salonunu dolduran mağdur yakınları ve acılı aileler, “Bir hakim mazeret bildirdi. Duruşmayı 25 Nisan’a erteliyoruz” lâfını duyduklarında, haklı olarak “avazları çıktığı kadar” itiraz ettiler.

Aralarında ana muhalefet lideri Özgür Özel’in de bulunduğu katılımcılar, mahkeme çıkışında yaptıkları açıklamada bir kez daha “Yargı makamları ve hukuk siyasi iktidarın altında ezilmiştir” tepkisini gösterdiler.

Katliamda 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel’i yitiren ve bu mücadelenin “bayrak ismi” konumunda, tüm protesto eylemlerinde en ön safta adalet için mücadele eden Mısra Öz’ün, dünkü duruşmadan sonra yaptığı duygu ve isyan dolu açıklamasındaki şu sözleri son derece anlamlıydı:

“Bize acımıyorlar. Bizi yalnız görüyorlar. Bizi iktidarın gücünün karşısında ezmeye çalışıyorlar. Ezdirmeyiz kendimizi... Daha kalabalık olmamız lazım...”

İşte bu sözler, meselenin özünü oluşturuyordu. 


∗∗

Faşist iktidarların baskı, zulüm ve hukuksuzluklarına karşı mağdur kitleler, bir avuç baskıcı muktedir ve yandaşlarına karşı ezici bir çoğunluk oluşturmalarına rağmen, yeterince büyük sayılarda protesto bayrağını yükseltemedikleri takdirde, hak mücadelesi maalesef başarılı olamıyor.

O yüzden feryat ediyor Mısra Hanım da, “Daha kalabalık olmamız lazım!..” diye.

Aksi takdirde muktedirler, devletin güvenlik aygıtını, polisini, jandarmasını, bekçisini hattâ ve hattâ tek tek birimlerde özel güvenlik elemanlarını bile, protestoyu bastırabilmek için acımasızca kullanıyor.

Başka bir deyişle, “haklı ve mağdur” çoğunluk, “haksız ve zâlim” azınlık tarafından güç kullanılarak susturulabiliyor.

Niye? Çünkü bizim elimizde bir silahlı - sopalı güç yok.

O yüzden mücadele alanında daha “büyük” olmamız, daha “büyümemiz” lâzım.

Hatırlayın... 25 Nisan 2022 günü, İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde yapılan karar duruşmasında Şanlı Gezi Direnişi’nden dolayı suçlu(!) bulunan 8 kişiye 18 yılla ağırlaştırılmış müebbet hapis arasında değişen cezalar verildiğinde, adliyede sadece birkaç yüz kişi ya var ya yoktu.

Diğer duruşmalarda da aynı cılız tepkileri gördük.

Oysa ki, Şanlı Gezi Direnişi, yani bu toprakların gördüğü en kitlesel halk hareketine katılmış olan on milyonlarca yurttaş, bugün bile “Ben de oradaydım” diye haklı olarak övünüyor ve övünecek.

Ama aralarından 8 kişinin seçilip ağır cezalara çarptırılması karşısında sadece bir avuç avukat, aile ferdi ve arkadaşlarının veya meslektaşlarının haricinde, kimse adliye sarayları önünde kitlesel bir duruş sergilemiyor.

Avukat Can Atalay’ın milletvekili seçilmesine, Anayasa’nın ilgili maddelerinin emrine ve AYM’nin çok net ve açık kararlarına rağmen, iktidar destekli bir avuç hakimce gerçekleştirilen yargı darbesi ile hâlâ hapiste tutulmasına karşı da, bir türlü “yeterli güçte” bir kitlesel başkaldırıyı hayata geçiremedik.

Sayılarını artık tutamadığımız kadar çok meslektaşımızı, kimi zaman bir gazeteciyi, kimi zaman bir avukatı, kimi zaman bir akademisyeni veya bilim insanını ya da öğrenciyi alıp alıp götürdüklerinde gereken “barikatı” oluşturmayı başaramadık.

Bir meslektaşımızı, BirGün yazarı ve TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ı televizyon binasından gelip aldıklarında Emniyet’e ve Adliyeye dayanışmaya giden insan sayısı bir elin parmaklarını zor geçebildi.

Halk TV Programcısı yılların gazetecisi Ayşenur Arslan’ın, evinden alınıp sorgulanmasına karşı kaç kişi gidip bağırabildik.

Cumartesi Anneleri’ni yıllardır itip kakmalarına, her hafta kelepçeleyip gözaltına alıp zulmetmelerine karşı yeterli “büyük duruşu” gösteremedik. Bir sendikanın, bir öğrenci örgütünün, bir kadın kuruluşunun, bir akademisyen grubunun, bir çevreci oluşumun, bir grup köylünün en küçük bir basın açıklamasına bile yüzlerce polisi - jandarması ile şiddetle müdahale eden ceberut devletin karşısına yeterince güç ile “dikilemedik.”

Bunları asla küçümsemeyin.

“Daha büyüyemezsek” sayıca daha güçlü protesto eylemleriyle, Anayasa ve yasalardan kaynaklı protesto gücümüzle sokağa çıkıp daha yüksek sesle haykıramazsak, bu zulmün dozunun daha da artacağını (arttığını) her gün biraz daha görüyor ve tanık oluyoruz.

Büyümemiz lâzım.

∗∗

25 Nisan’da; haktan, hukuktan ve adaletten yana tüm namuslu insanların 8 Temmuz 2018 Tren Katliamı mağdurlarının yanında yeralmak üzere Çorlu’da olmalıdır. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, dün sabah Adliye önünde verdiği sözü tutmalı, sadece kendisi değil, tüm millevtvekili arkadaşlarını ve parti örgütlerini oraya yığabilmelidir.

Can Atalay olayında maruz kaldığımız yargı darbesine karşı durmak amacıyla düzenlenen ve son anda (şehit cenazeleri gerekçesiyle) iptal edilen Tandoğan Mitingi benzeri bir geri adım atılmamalıdır.

Bu, sadece Çorlu olayında değil, bu ülke topraklarının neresinde kime ne zulmü yapılmışsa, nerede hakkımız gaspedildiyse, böyle olmalıydı, olmalıdır.

Aksi takdirde, Mısra Öz’ün dediği gibi “Ezerler bizi...”

Ezilmeye devam ederiz yani.

Ezilmeyelim.

Zaten zincirlerimizden ve acılarımızdan başka kaybedecek bir şeyimiz kalmadı.

Büyüyelim arkadaşlar.