Liberalizmin, sol liberalizmin, Kürt ulusalcı hareketinin ve islamcıların ideolojik kuşatması altında kalan CHP, uzanca süredir dosta düşmana kendisinin değiştiğini kanıtlamaya çalıştı. Çünkü, ülkede ve dünyada yaşanan büyük sağa savrulma, sadece kamucu-toplumcu siyasetlerin terk edilmesini değil, aynı zamanda ulusal devlet anlayışının, aydınlanmanın kazanımlarının ve anti-empeyalist siyasetlerin / hareketlerin reddini de içeriyordu. Anti-emperyalist olmak, milliyetçilikle eşitleniyordu. Yeni emperyalizmin, liberalizmin ve post-modernizmin hükmü sürüyordu.

Oysa, siyasal mücadelde ancak cesaretle yürütülebilir. Solun bir kesimi gibi, CHP de esas olarak siyasal cesaret sorunu yaşıyordu. İdeolojik /entelektüel, siyasal ve ahlaki bir cesaret.. Bütün sonuçlarını göze alarak ileri atılmaktır, gerektiğinde sokağa çıkmayı göze almaktır. Burada tek ölçü aklaki ve siyasal meşruiyet alanında kalmaktır. Kabadayılıktan farkı budur.

Küreselleşme diye popüler dilde ifade edilen yeni emperyalizm çağında sermayenin serbest dolaşımının önündeki her türden ulusal, siyasal, ideolojik ve fiziksel engelin de kaldırılması gerekiyordu. Bu amaçla, Batı kendi sınır duvarlarını yükseltip telörgüleri sıklaştırdığı halde, dünyanın periferisi için daha transparan sınırlar öneriyordu. Bu amaca uygun olarak, önünde engel oluşturan ve birer bölgesel güç niteliğindeki ülkeler etnik, kültürel ve dinsel temelde ufalanmaya çalışılıyordu.

Öyle ki; Yugoslavya 10 yıl içinde 7 parçaya bölündü. Irak yıkıma uğratıldı, Libya çökertildi, Tunus Müslüman Kardeşler örgütüne teslim edilmeye çalışıldı. Cezayir kanlı bir iç savaşın içinde geçti. Arap dünyasının kalbi olan Mısır darbeler süreciyle sarsıldı. Suriye saldırıya uğradı, Ancak, Ortaçağ artığı Arap emirliklerine, sultanlıklarına ve krallıklarına dokunan olmadı. Kafkaslar’da oluk oluk kan aktı vb. Sovletler Birliği’nin yıkılmasının bedeli sanıldığından daha ağır oldu. Dünya halkları, yani “mazlum milletler” ve emekçiler bir anlamda öksüz kaldı.

ÖZGÜVENİNİ KAYBEDEN PARTİ

Solun bazı kesimleri gibi, CHP de bu ağır ideolojik saldırı, kuşatma ve yıkımdan payını alan en büyük güçlerden biri oldu. Bu sağa savrulmanın ve özgüven yitiminin de etkisiyle; dincilere karşı "din düşmanı" olmadığını, liberallere karşı "demokrat" olduğunu, piyasacılara karşı "servet düşmanlığı" yapmadığını ve en az onlar kadar özel sektörü desteklediğini, islamcılar ve muhafazakarlara karşı da "Kemalist, Alevi partisi ve vesayetçi" olmadığını kanıtlamaya çalıştı.  Böylece saçma, bütün enerjisini emen ve kendi sözünü söylemesini engelleyen sonuçsuz bir çaba içine girdi.

Örneğin; 15 Temmuz 2016 dinci darbe girişiminden sonra "darbeci" olmadığını kanıtlamak için Yenikapı’da AKP’nin düzenlediği mitinge giderken, dincilerin diğer kanadı, yani AKP ikinci darbeyi (20 Temmuz) yapıyordu. Kendini kanıtlama çabaları ise hiçbir işe yaramadı, yaraması da mümkün değildi. Nitekim, beklenebileceği gibi AKP yeniden CHPyi "darbeci" ve hatta "Fethullahçı" olmakla suçlamaya başladı. Oysa CHP’nin yapması gereken şey; darbe girişiminin siyasal islamcıların işi olduğunu, dolayısıyla “Kemalistler darbecidir” ezberinin bozulduğunu anlatmak olmalıydı Dahası, Erdoğan-AKP iktidarını istifaya zorlayarak, 20 Temmuz 2016 OHAL  darbesini önlemeye çalışmalıydı.

Diğer taraftan, gerici çevrelerden ve sağdan CHP’ye yöneltilen eleştirilerin hiçbir değeri ve önemi yoktu. Çünkü, yakın zamana kadar liberallerin de desteğini alan bu eleştirilerin esası kara propagandaya, yalana, ideolojik hileye, demogojiye ve tarihsel gerçeklerin çarpıtılmasına dayanıyordu. Ancak, gerçek durum böyle olmasına karşın, CHP üzerinde sanıldığından çok daha etkili olduğu da açıktı. CHP’nin bu saldırılara karşı koyamama halinin nedeni, salt beceriksizlik değildi. Nedeni, siyaset yapma tarzındaydı. Siyasal cesaret yoksunluğuydu. Kendisine olan inancını yitirmesiydi.

İDEOLOJİK İNİSİYATİF

Yapılacak ilk iş, bu sahte eleştiri ve kara propagandaya hiçbir şekilde prim vermemek, kendi işine bakmaktır. Savunma çizgisi yerine saldırı tutumunu esas almaktır. Unutmayın ki, CHP bu ülkenin yönetiminde 70 yıldır tek başına bulunmayan; dolayısıyla, çarpık sanayileşmenin, gecekondulara boğulan çağ dışı kentleşmenin, derin gelir adaletsizliğinin, ortalama eğitim düzeyinin 4-5 yılda kalmasının, toplumun yeniden bir Ortaçağ karanlığına gömülmesinin birinci dereceden sorumluluğunu taşımadığı da açıktır.

Bu karanlık tablonun sorumlusunun emperyalizmin işbirlikçisi, milliyetçi sağ ve onların gölgesinde büyüyen dinci partiler olduğunu hiçbir zaman unutmamak ve bu gerçeği sürekli tekrarlamak gerekiyor. Çünkü AKP, yıllardır iktidardaki muhalefet partisi gibi davranıyor. Liberal ve gerici medya yıllardır devletin bütün kötülüklerinin sorumlusu olarak CHP’yi, hatta solu gösteriyor. İşin garip tarafı, CHP izlediği muhalefet yapma tarzıyla bu iddiayı örtülü beçimde adeta kabul ediyor. Kendisini devletin sahibi sanıyor.

Oysa biliyoruz ki, devlette on yıllardır CHP’li bir üst düzey bürokrat, hatta bir okul müdürü bile bulmak zor. Dolayısıyla CHP öncelikle yaklaşık 30 yıldır içine sürüklendiği bu ruh halinden, Cumhuriyet döneminin bütün kötülüklerinden sorumlu olduğuna ilişkin tuhaf kompleksten kurtulmalıdır. Bunun yolu da kendi sağıyla değil, solla ilişki kurmasıdır. Sosyalist hareket ile interaktif bir bağ geliştirmelidir. Çünkü, CHP’nin bu kadar derin şekilde sağ savrulmasının önde gelen nedenlerinden biri de kendi solunda güçlü bir devrimci ve sosyalist hareketin bulunmamasıdır.

Sonuç olarak sol ve CHP daha atak, kapsayıcı, cesur ve net bir karşı söylem geliştirmeli, ideolojik ve entelektüel inisiyatifi yeniden ele geçirmelidir. Unutmayın ki, 1970li yıllarda CHP ancak "devlet partisi" olmak kompleksi ve görüntüsünden kurtularak kurulu düzene ilişkin eleştirilerini yükselttiği için başarılı oldu. Bütün sloganları düzen değişikliğini vurguluyordu. Öyle ki, "bozuk düzen" kavramı en yaygın söylem aracı haline gelmişti.