CHP’nin yakın dönem siyasal serüvenini sosyalist bir perspektiften analiz etmeye, kimi sonuçlar çıkararak öneriler geliştirmeye çalıştığım seri yazılarımın bugün dördüncü ve son bölümü yayımlanıyor. Bu bölümde CHP’nin Cumhuriyetin kazanımlarının savunulması konusundaki kararsızlığının yarattığı sonuçları ve parti kimliğini tartışacağım.

Özellikle 14-28 Mayıs 2023 seçimlerinin kaybedilmesinin ardından toplumda yaşanan büyük karamsarlık ve siyasetten uzaklaşma duygusu ile bu tutum arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu düşünüyorum. Çünkü Cumhuriyet ile bir sorunları bulunmayan seküler bir yaşama sahip merkez sağ seçmen kitlesi de dahil, toplumun çoğunluğunu oluşturan kesimler; CHP’nin son 20-30 yıldır verdiği (özellikle Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminin) bütün tavizleri bir “kazanma” umuduna bağlamış ve deyim uygunsa sineye çekmişti. Seçim kaybedilince, daha doğrusu halkın iradesine yeterli etkinlik ve kararlılıkla sahip çıkılmayınca, bu büyük beklenti aynı büyüklükte bir hayal kırıklığı ve tepkiye yol açtı.

Şimdi konuya biraz daha yakından bakalım; CHP, uzun süredir kendisine oy veren kitlelerin bekletisi olan Cumhuriyetin savunulması konusundaki kararsızlığı nedeniyle büyük tepki çekiyordu. Öyle anlaşılıyor ki CHP, Cumhuriyetin kurumları ve kazanımlarını savunmayı, liberal ve gerici eleştirilerin de etkisiyle statüko bekçiliği sanılmasından çekiniyordu. Başka bir ifadeyle, Cumhuriyetin değerlerini savunmayı, -ki laiklik bu değerlerin başında geliyor- devletin sicilindeki bütün kötülüklerin sorumluluğunu üstlenmek gibi anlaşılmasından korkuyordu. Oysa temelsiz ve mantık dışı bu anlayış; CHP’nin elini ve aklını bağlıyordu.

CHP’nin olağan dönemlere özgü bir tutumla siyaset yapmayı sürdürme ısrarı, onun en büyük zaafını oluşturdu. Son yıllarda kara propaganda, iftira, sahtekarlık ve hile iddialarının gölgesinde geçen ve adil koşullarda yapılmayan seçimlerde, halkın iradesine sahip çıkamadı. Teslimiyetçi bir çizgi izledi.

HALKÇILIK VE DEVRİMCİLİK AYIP MI?

Bir siyasal parti ya da hareketin etkili, kalıcı ve sonuç alıcı olmasının, hatta varlık nedeninin ilk koşulu rakiplerinden siyasal, ideolojik, felsefi, sınıfsal ve kültürel farkını açık ve belirgin şekilde ortaya koymasıdır. CHP ise son yıllarda tam tersine bir yol izledi. Öyle ki İslamcılar kadar Müslüman, milliyetçiler kadar milliyetçi, neo-liberaller kadar piyasacı, ikinci Cumhuriyetçiler ve “yetmez ama evetçiler” kadar “statüko karşıtı” olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Bu sonuçsuz, rakibini doğrulayan ve güçlendiren tutum, partinin ideolojik iflasını hazırladı.

Dünyada neo-liberal dalganın geri çekildiği, sol ve sosyal demokrat partilerde kamucu politikaların yeniden öne çıktığı koşullarda CHP, yukarıda ifade ettiğim tutumunda ısrar ettiği sürece kendisini ideolojik ve siyasal bakımdan yenileme fırsatını da kaçırma tehlikesi ile yüz yüze kalıyor. Oysa kamuculuk, halkçılık, yurtseverlik ve laisizm ayıp olmadığı gibi, ilerici ve sol bir parti olmanın da amentüsü gibidir.

Diğer taraftan CHP, solculuğu ve devrimciliği, siyasal ve ideolojik bir konumlanış ve bir felsefi tercih değil, salt kültürel bir kategori sanıyor. Örneğin hem piyasacı hem de solcu olunabilir diye düşünüyor. Örgüt etkinliklerinde biraz Mustafa Kemal biraz da Deniz Gezmiş’ten söz ettiğinizde, özelleştirmeyi ve küreselci bir anlayışı savunsanız da solcu olunabileceğini sanmak gibi tuhaf bir tutum hayli yaygın bulunuyor.

Bu arada, CHP’yi sosyal demokrat değil, devrimci demokrat bir parti olarak tanımlamak daha doğrudur. Bilindiği gibi, sosyal demokrasi Marksizm kökenli bir akım ve harekettir. Esası sınıf uzlaşmacılığına ve işçi sınıfına “ihanet” etmeye kadar gider. Sol / sosyalist  literatürde prestijli bir kavram olmadığı gibi bizim gibi ülkelerde (örneğin Latin Amerika’da da) ulusal kurtuluş mücadelesi ve burjuva demokratik devrimlere dayalı parti ve hareketleri tanımlamak bakımından da yetersizdir. CHP’ye sosyal demokrat demek, bu partinin Jön Türkler, Kuvayı Milliye, ulusal kurtuluş savaşı ve cumhuriyet devrimi ile bağını bir ölçüde koparmak demektir. Çünkü, CHP’nin Marksizm’i revize eden Eduard Bernstein ya da ünlü “dönek” Karl Kautsky gibi Batılı ideologlardan çok, Kemalizm ile tarihsel ve ideolojik ilişkisi vardır.

YENİ SÖYLEM VE EYLEM HATTI

Partinin yeni lideri Özgür Özel’in, gerek Kurultay’da yaptığı konuşmada gerekse sonrasında  izlediği muhalefet tarzı ile önceki parti çizgisine göre daha kararlı bir üslubu benimsediği gözleniyor. O nedenle, Özgür Özel ekibinin yeni dönemde bir kazanma iradesi oluşturmak istediği anlaşılıyor. Bu tutum başlı başına olumlu bir gelişmedir.

Türkiye’nin İslamcı faşist bir diktatörlüğe doğru sürüklendiği bir tarihsel dönemeçte, CHP’nin bu gidişi durduracak en büyük potansiyele sahip örgüt olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu nedenle, siyasal yelpazenin neresinde bulunursanız bulunun, CHP’ye kayıtsız kalmak mümkün değildir. Özellikle solda olanların CHP’nin sınıfsal karakteri ve ‘müesses nizam’ ile ilişkilerini unutmadan, bu partinin gericiliğe ve faşizme karşı mücadelede oynayacağı nesnel ve pozitif rolü hesaba katması gerekiyor. Bu nedenle sosyalist solun, CHP ile devrimci eleştiri ve dostluk diyalektiğine dayalı bir ilişki geliştirmesinde yarar ve zorunluluk bulunuyor.

Sonuç olarak; Özgür Özel yönetiminin toplumdaki beklentileri boşa çıkarmamak gibi zor bir sorumluluğu var. En önemli görev ülkedeki karamsarlık ve yenilmişlik duygusunu yok etmek, toplumu yeniden ayağa kaldırmaktır. Parti programını halkçı ve kamucu bir perspektifle yeniden hazırlamaktır. Parti içi demokrasiyi genişleten tüzük değişikliğini yapmak, yeni yönetimin kısa vadeli görevleri arasındadır. Daha önemlisi; Türkiye’nin önünü açmak için, önümüzdeki yerel seçimleri kazanmak ve ülkeyi erken seçime götürmek asıl hedef olmalıdır.