Toplum, üç temel konuda, hukukta, eğitimde ve ekonomide onarılması çok ama çok zor yıkımlar yaşıyor. 

Son gelişmeler bu çöküşün çok daha derinleşerek düşünceyi de içerdiğini gözler önüne seriyor. 

Türkiye düşünce özgürlüğünün yokluğu nedeniyle, yıllardır bilimsel bilgiden ve ona dayalı düşünceden her gün biraz daha uzaklaşıyor; doğru bilginin yerine yanlış görüşler yerleştikçe toplumsal körlük de gittikçe yoğunlaşıyor, başta okullar olmak üzere, her tarafı sarıyor. 

Toplumun düşünce dünyasının geldiği içler acısı durumu açıklayan çok sayıda örnek var. Bunların içinden son günlerde görülenlerinden bir seçki yapmaya ne dersiniz? 

ALDATMAK BİLİMLE OLMAZ! 

Soner Yalçın, “Bilimle Aldatmak” başlıklı yazısına ”(Sözcü, 16 Şubat) 

“İslam sağcı değildir” diye başlıyor. 

Bunu izleyen tümcede suçluyu da açıklıyor: 

“İslam’ı, Müslüman kimliğini ötekileştirerek sağa itekleyen kimi solculardır”. 

Daha yazıya başlarken Yalçın yanılıyor ve yanıltıyor. Şöyle ki, İslam sağcı değildir derken “hangi İslam” sorusuna açıklık kazandırılmalıdır. 

Daha özelde II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin Türkiye’ye el koyması sırasında bu ülkenin önde gelen Müslümanları o ülkeyi “kurtarıcı” olarak selamladı. Ülkenin solcu gençliği bağımsızlıkçı bir tutumla ABD emperyalizmine canı pahasına karşı koyarken “İslam adına” bundan tam 55 yıl önce 16 Şubat 1969’da o gençliğe karşı, “cihat” açılıyordu. Bunu, 12 Mart ve özellikle 12 Eylül dönemlerinde solcuları, Çorum’u, Maraş’ı ve Madımak’ı ile bireysel ve kitlesel olarak “öldürme” yılları izledi. 

Yalçın yazısını şöyle noktalıyor: 

“Batı aydınlanma ideolojisi, sorgulanamaz/ “doğrusu budur” denilen buyurgan “otoriter bilim” dayattı…Sonuçta: …pozitivist yöntem sosyal-siyasal bilimlere uygulanınca sol, “bilimle” aldatılmış oldu!” 

Burada da büyük yanıltma var:  Sola yöneltilen “otoriter bilim” “pozitivist yöntem” eleştirileri de “yer ve zaman” ögelerinden yoksun olduklarından, kendileri bilimsel değildir. Eğer eleştirilmek istenen Cumhuriyet’in bir büyük ve temel değeri olan ”bilimin yol göstericiliği” ve Türkiye solu ise o konunun da çok daha ayrıntılı, kaynak gösterilerek bilimsel incelenmesi gerekir. 

ALDATMA BÖYLE OLUR! 

Düşünsel çöküntünün iki sonucu daha var ki aldatmanın tarihe geçecek eşsiz örnekleridir: Erdoğan ve Kılıçdaroğlu.  

Bakınız ne oldu? 

Önce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı Mehmet Uçum, Erdoğan’ın ‘sol ilkelere uygun hareket eden’ bir lider olduğunu, AKP’nin de ‘sol politikalara yakın’ olduğunu öne sürdü (Artı Gerçek, 25 Şubat). 

Sonra suyu bulandırma ustası Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklaması yayımlandı: 

“Ben partiyi statükoya teslim etmedim. 85 milyon vatandaşımıza, Cumhuriyet Halk Partisi ilkeleri doğrultusunda, vatanperver ve tek bir nazar ile baktım. Bu ülkenin sağcıları… beni bağrına bastı… Bu eleştirileri asla ve asla iyi niyetli bulmuyor, Cumhuriyet Halk Partisi’ni yüzde 25’lere mahkûm etmek isteyen kliklerin dezenformasyon çalışması olarak görüyorum (Fikret Bila, “CHP’de Sağ Sapma” s.166. Alıntılayan Aytunç Erkin, Sözcü, 27 Şubat).” 

Her iki örnekteki sözlerin de iler-tutar bir tarafı yok. Erdoğan’ın Başdanışmanı kandırıyor;  Kılıçdaroğlu da hala kandıracağını sanıyor. 

Eklenmesi gereken önemli bir nokta daha var. Başkan Erdoğan’ın, hemen her konuşmasında “eski genel başkanlarını hançerlediler” diyerek, CHP’yi suçlayan sözlerine Kılıçdaroğlu, sessiz kalarak bir bakıma onay veriyor; “demokratik bir Kurultay yaptık ve o Kurultayda ben kaybettim” deme yürekliliğini bile gösteremiyor. 

“İnsan hakkı” yerine “kul hakkı” kavramını dilinden düşürmeyen Kılıçdaroğlu’nun,  genel olarak Cumhuriyet’in değerlerine, özellikle de bugün, 3 Mart’ta, 100. Yılında, yurdun her tarafında büyük duyarlılıkla sahiplenilen laikliğe ihanet ederek Siyasal İslam’a destek olduğu ve böylece partiye ve ülkeye çok ağır zararlar verdiği bir gerçektir. 

Başta İYİ Parti olmak üzere, Kılıçdaroğlu kurgusu Altılı Masa ortaklarının şimdilerde CHP’ye düşmanlıklarının her gün yeni bir örneği yaşanıyor. Onun eliyle CHP’nin sırtından Meclis’e giren DEVA Partisi’nin İstanbul BB adayı İdris Şahin, İstanbul’u kastederek “Erdoğan sandıkta yenmediği rakibini yargı yoluyla yenecek” (Basın, 27 Şubat) diyor ve kesin bir dille Erdoğan’a yol (!) gösteriyor. Buna, “sorumluluğunu üstlenerek” var gücüyle karşı çıkması gereken Kılıçdaroğlu ise suspus;  bunu bile yapamıyor. 

Erkin’in de yazısında belirttiği gibi, yalnızca son bir-iki haftada varılan “İslam sağcı değildir”; “Erdoğan solcudur; “emek-sermaye çelişkisi bitmiştir” örnekleri, toplumsal akıl tutulmasının çok ötesinde bir düşünsel çöküştür ve yalnızca, evet yalnızca, “karanlıktan yararlananlara” yarıyor. 

Yine de gerçek bilimin aydınlatacağı yarınlar için çalışmak gerekiyor.