Modern devletlerin inşa sürecinde kurucu aktörlerin heykelleri, mekânın millileştirilmesi kadar, önemli bazı sosyal işlevler de üstlenmişlerdi. Bu durum elbette Türkiye Cumhuriyeti için de geçerliydi. Ülkenin hemen tüm şehirlerinde Mustafa Kemal heykellerinin inşası, bir bakıma bu ‘modern geleneğin’ bir yansımasıydı. Bu yüzden heykellerin görünen yüzlerine değil de, görünmeyen yüzlerine bakmak çok daha ilgi çekicidir.

Cumhuriyetin heykel yapma çalışmaları, yeni devletin ve kimliğin inşasına bağlı olarak daha 1923’den; Cumhuriyetin kuruluşundan önce başlamıştı. 1922’de Ankara’da Hakimiyet-i Milliye Meydanı’na Mustafa Kemal’in at üzerinde bir heykelinin yapılması için bir çalışma vardı. Benzer biçimde İzmir’de de bir “Gazi Heykeli” yaptırmak için girişimler sürüyordu ve Yunus Nadi’nin başkanlığında bir de “Zafer Abidesi Komitesi” kurulmuştu.

∗∗∗

Cumhuriyetin ilanıyla daha da yaygınlaşan heykellerin her birinin, kendine özgü bir sosyopolitik öyküsü de vardı. İstanbul Sarayburnu’da inşa edilen Mustafa Kemal heykeli de bu ilgi çekici örneklerden birisiydi. Zira kurtuluş savaşından sonra adım adım inşa edilen rejimin İstanbul ile ilişkileri pek de “sıcak” değildi. O süreçte İstanbul’un bürokrasisi ve elitleri şehrin eski nüfuzunu ve başkent olma durumunu korumaya çalışmış ve bunun için Mustafa Kemal ile ilişkilerini geliştirmenin yollarını aramıştı. Ne var ki Mustafa Kemal’in, 16 Ocak 1923’de İzmit’te yaptığı açıklama bu beklentiye hiç uygun değildi. Bundan bir ay kadar sonra, 28 Şubat 1923’te Cemiyet-i Umumiye-i Belediye tarafından Mustafa Kemal Paşa’ya oybirliği ile fahri İstanbul hemşehriliği verilmiş, fakat bu jest de İstanbul’un başkent olarak kalmasını sağlamaya yetmemiş; Ankara, 13 Ekim 1923’te devletin yeni başkenti olarak ilan edilmişti.

O dönemde Ankara ve İstanbul gerilimi o kadar belirgindi ki Mustafa Kemal, zaman zaman İstanbul’a davet edilse de 1923’den 1927’ye kadar İstanbul’a gelmemişti. O kadar ki dönemin İstanbul Şehremini Emin Bey bir ara basına; “Gazi Paşa Hazretleri İstanbul’u ve İstanbul ahalisini seviyorlar, hem çok seviyorlar. İstanbul’u sevmemelerine hiçbir sebep yoktur. İstanbul’a şimdiye kadar teşrif etmemelerinin sebebi bir tesadüften başka bir şey değildir” diye demeç vermek durumunda kalmıştı.

Şehremaneti, Mustafa Kemal’in İstanbul ile arasına koyduğu “mesafe”yi kapatmak için bu kez bir heykelini yapmaya karar vermişti. Bunun için uygun mekan olarak Sarayburnu tercih edilmişti. Şehremini Emin bey, heykeli inşa etmesi için o yıllarda ünlü heykeltraş Heinrich Krippel’i İstanbul’a davet etmişti. Krippel, 7 Haziran 1925’de İstanbul’a gelerek hızlıca çalışmaya başlamış, 25 Ağustos 1925’de heykelin temel atma töreni bile gerçekleştirilmişti. Törene, İstanbul’un önde gelen hemen tüm yöneticileri katılmış ve temele konulmak üzere şu vesikayı imzalamışlardı: “Vatanı izmihlalden, Türk’ü sefalet ve zilletten kurtaran en büyük Gazi, Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin teyid ve tevkiri nam-ı celili için, bugün işbu abidenin vaz’-ı esâs resmi icra kılındı.  25 Ağustos 1341. Salı. Saat 10.45”. Bu not heykelin inşasına dair kaygının bir özeti gibiydi.

∗∗∗

Heykel, bir yılı biraz aşan sürede tamamlanmış, 3 Ekim 1926’da büyük bir törenle açılmıştı. İstanbul Belediye Başkanı artık Muhittin Beydi. Mustafa Kemal’in isteğiyle bu göreve gelmiş ve onun ölümüne kadar İstanbul Belediye Başkanı olarak görev yapmıştı. Yani rejimin şehirle mesafesi giderek kapanıyordu. Törene İstanbul Valisinin yanı sıra eski şehremini Emin Bey ve Cemil Paşa (Topuzlu), Kolordu Kumandanı Şükrü Naili Paşa, Hariciye Murahhası Nusret, Halk Fırkası Müfettişi İbrahim Tâli, Polis Müdürü Ekrem, Merkez Kumandanı Miralay Şakir, İstanbul milletvekilleri ile 500 dolayında vatandaş katılmıştı.

Mustafa Kemal, heykelin açılışını takip eden üç gün sonra bu çalışma için ilgililere teşekkür etmişti. Böylece heykel şehrin, yeni rejimle ilişkilerinin düzelmesine bir ölçüde imkân ve ortam sağlamıştı. Bunun da etkisiyle rejimin kurucusu olarak Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilanından sonra ilk kez 1 Temmuz 1927’de İstanbul’u ziyaret edecek ve bundan sonra hayatının önemli bir bölümünü İstanbul’da geçirecekti.