Dünyada neoliberal politikalar iflas ederken ve bu politikaların soldaki yansımaları olan “sol liberal” anlayışlar yüz kızartıcı bir bozguna uğrayarak yaşam tarafından yanlışlanırken; ülkemizdeki etkilerini sürdürmesi şaşırtıcıdır. Bu durum kendimize özgü tuhaflık ve geriliklerimizin bir sonucu olsa da; bu alandaki ideolojik mücadele eksikliği unutulmamalı.

Kuşkusuz liberalizm ve sol liberalizm Türkiye’de de büyük bir bozguna uğradı. Ancak, kimi entelektüel çevrelerde utangaç şekilde sürdürülmeye, CHP ve HDP gibi partilerde ise hâlâ etkin olmaya devam ediyor. Bu girdaba en son katılan parti belki CHP olsa bile; en yıkıcı etkilerden birini de onun üzerinde yaratmış durumda. HDP de öyle diyebiliriz.

Bu liberal etki, CHP’deki sağa kayışı derinleştiriyor. Öyle ki; bu savrulma devam ederse CHP’nin bırakın demokratik sol ya da merkez solda kalmasını, merkezde bile tutunamayacaktır. Çünkü şu anda zaten bir merkez parti konumundadır.

Merkez sağ ise tarihen doludur. Ancak, CHP’nin boşaltıldığı alan siyasette büyük bir belirsizlik ve kargaşa içinde bulunuyor. Bu alanda bulunan milyonlarca cumhuriyetçi yurttaş sahipsiz ve siyasal temsiliyet ilişkisinden yoksun halde bekliyor. Bu kesim öfkeli ve siyaseten mutsuz. CHP’ye tepkileri giderek kopma çizgisine yaklaşıyor. Bu tepki ve kopuş siyasetten uzaklaşma, oy vermeme, CHP ile bütün bağını koparma şeklinde kendisini ifade ediyor. Öfkeli ve umutsuzlar. Derin bir karamsarlık ve yenilmişlik duygusu giderek bir öz yıkıma dönüşüyor. “Sağa yeterince savrulduk, verilmedik taviz kalmadı ama yine olmadı” diye düşünüyorlar.

Bu alanda yer alan yaklaşık 13 ila 15 milyonluk çok büyük bir kitleden söz ediyoruz. Sabrın da bir sınırı var; bu kitle bulduğu ilk alternatife doğru yönelecektir. Anımsanacağı gibi 1998’de Ecevit liderliğindeki DSP’ye yüzde 20’yi aşkın CHP’li kitle oy vermiş, CHP yüzde 9 ile baraj altında kalmıştı. Deniz Baykal bu nedenle CHP genel başkanlığından istifa etmiş, DSP iktidar olmuştu.

SOSYALİST HAREKET VE CUMHURİYETÇİLER

CHP’ye oy veren yüzde 10’luk bir toplum kesiminin daha sol seçeneklere açık oluğunu da unutmamak lazım. Geçmişte baraj altında kalmasın diye HDP’ye (aynı geleneğe mensup partilere) oy verenler de, son seçimlerde 51 ilde yarışa katılan TİP’e verilen yüzde 3 civarındaki oylar da çoğunlukla bu kesimden gelir. Sosyalist hareketin 1960 ve 70’lerdeki yükselişinin bakiyesidir bu toplam. Daha da yükselmeye açıktır.

İşte bu nedenle CHP’nin cumhuriyet ve laikliğe etkin bir şekilde sahip çıkmayışı bir yandan Zafer ve Memleket partisi gibi milliyetçi partilere bir kayışa -az da olsa- yol açabildiği gibi, daha sola kayma potansiyelini de içinde taşıyor. CHP’nin çekildiği alan, solda büyük bir boşluk halinde duruyor: Siyasetin önemli sorunudur.

Dolayısıyla; böyle giderse CHP kemalist devrim ve cumhuriyet ile tarihsel, felsefi ve siyasal ilişkisini kaybedecektir. Daha doğrusu, bu “devrimci miras” ile bağını büyük ölçüde kopardığını söyleyebiliriz.

Türkiye’nin seçkin Marksist entelektüellerinden, değerli dostum Ergin Yıldızoğlu’nun Cumhuriyet gazetesindeki yazısında belirttiği gibi; artık cumhuriyet devriminin tarihsel kazanımlarının ve mirasının gerçek temsilcileri artık sosyalistlerdir.

KEMALİZM MİRASI

Kemalizm’in “radikal çekirdeği”nin ulusal bağımsızlık ve cumhuriyet projesi olduğunu vurgulayan Yıldızoğlu, şunları yazıyor:

1) Var olan devlet biçimi ve ekonomik-kültürel yapı içinde (Osmanlı) bir restorasyon projesini reddetmek.

2) Yarı sömürge sultanlık devletinin işgal altındaki enkazından yeni bir ulus devlet ve bir cumhuriyet yaratmaya kalkışmak.

3) Sultanlıktan devralınacak toplumu sanayileşen bir kapitalizme, onu destekleyecek rasyonel, seküler, laik, giderek demokratik kültürünü geliştirecek reformlarla yeniden şekillendirmek için savaşmak.

“Bugünün tarihsel koşullarında, kemalizmin radikal çekirdeği, restorasyon yerine, var olanı aşan bir yenilemeye, verili ekonomik, siyasal, kültürel, hatta ahlaki sınırlarını kabullenmeyen bir düşünce ve pratik yaratmakla ilgilidir. Tarihsel anlamda (…) Kemalizm’in bugün gerçek mirasçısı, bu radikal çekirdeği yadsırken onu ağzından düşürmeyen CHP ve diğer düzen partileri değil, sosyalist harekettir. Diyalektik işte” (E. Yıldızoğlu, Cumhuriyet Gzt. 28 Ağustos 2023).

SOSYALİST DEVRİMCİ GELENEK

Bu yaklaşım, Türkiye sosyalist hareketinin tarihsel tezleri ve ideolojik-politik geleneğiyle de uyumludur. Gerek Milli Demokratik Devrim (MDD) ve Sosyalist Devrim (TİP vb.) çizgisinin, gerekse devrimci soldaki Mahir Çayan ve Deniz’lerin temsil ettiği gelenek ile kemalizm ve cumhuriyete bakışta bir ortaklık söz konusudur. TKP geleneği bakımdan da aynı yaklaşım geçerlidir. Hegelci bir yaklaşım ve kavramla ifade edersek eğer; Cumhuriyet ve kemalizmin tarihsel ve ilerici kazanımlarını (bütün kusurlarına karşın) içererek aşacak biricik güç sosyalist harekettir. Devrimciler, insanlığın birikimini ret ve inkâr ederek ilerleyemez, o birikimi içererek aşar. O nedenle Lenin, Sovyet Devrimini yaparken Fransız Devrimini selamlar ve “Bolşevik’ler işçi sınıfının jakobenleridir” der. Öyledir…

İşte bu nedenle; liberalizmin, milliyetçiliğin (ve Kürt milliyetçiliğinin) ve İslamcılığın terörize ettiği entelektüel ortamı sadeleştirmek ve bir alan temizliği yapmak gereklidir. Teori, o zaman yerine oturacaktır.

SİLİVRİ’DE HAYAT

Bütün dikkatimizle dışarıda olan bitenleri, ülkeyi ve dünyayı izliyoruz. Cezaevinden hayat daha bir dikkatle izlenir. Daha çok siyasi tutuklu ve mahkûmlar için olsa da aslında herkes için geçerlidir. Örneğin, benim hakkımda, bir televizyon programından konuşulduğunu bazen bizim “Baron”dan ya da bir generalden duyduğum oluyor. Yani bir şey kaçmıyor. Sosyal medyada olup bitenler bile, küçük bir zaman sapmasıyla ve belli dolayımlarla size ulaşıyor. Cezaevleri bu yanlarıyla ilginç bir dünyadır.

Bol bol okuyoruz. Can Atalay, benim “İslamo-Faşizm” kitabından sonra “İçtihad Kapısı”nı da okumuş. Çok beğenmiş, bunu cezaevi berberine bile söylemiş, o da bana aktardı. Cuma tıraş oldum. Bana da tartışmak, üzerinde konuşmak istediği konular olduğunu söyledi. Çok sevindim. Ancak, avukat görüşmeleri sırasındaki belli bir mesafeden yaptığımız kısa konuşmalar dışında sohbet etme imkânımız yok. Dilekçe verdik, haftada bir gün bir saat hem spor yapalım hem de sohbet edelim diye, ama hâlâ yanıt gelmedi. Bekliyoruz.

Osman Kavala da “İçtihad Kapısı” kitabımı okuyor. Buna üzerinde çalışıyor da diyebiliriz, çünkü görüşlerini yazılı iletecek sanırım. Ben de merak ediyorum. Bu kitabı okuyan üst rütbeli bazı asker hükümlüler de hem çok şaşırtıcı buldular hem de çok beğendiklerini söylediler. İlginç durum.

Kavala’nın bana gönderdiği Sebastian Haffner’in “Hitler Üzerine Notlar” kitabını bitirdim. Diyebilirim ki, Hitler ve Naziler hakkında yazılmış en iyi kitaplardan biri.

Bir general, benim tutuklanmam da yazdığım kitaplarında etkisinin olabileceğini söyledi. Özellikle son çalışmalarımın bu konuda etkili olduğundan emin.

Ben ise bu sıralarda birkaç kitabı birden okuyorum. Muhammed Âbid El-Câbirî’nin “Arap Aklının Eleştirisi” serisinden, “Arap Siyasi Aklı” kitabını yeni bitirdim. Büyük boy 500 sayfalık önemli bir kitap. Bu kitabı da Osman Kavala, avukatımız Deniz hanım ile gönderdi. Şimdi sıra “Arap Ahlaki Aklı”nda. O kitap ise 800 sayfadan fazla, büyük bir eser. Bunların yanı sıra Slavoj Žižek ve Zygmunt Bauman ile Necib Mahfuz’un romanlarını ve Gorki’nin hikâyelerini okuyorum. İyi geliyor.

Anlayacağınız canlı bir entelektüel ortam var. Ayrıca cezaevi kütüphanesi de oldukça zengin, aradığımız kimi kitapları bulabiliyoruz. Bu arada TRT 2’de 21.30 sinema kuşağında çok iyi filmler oluyor, denk gelirsek kaçırmıyor ve birbirimize kapı altlarından, avlulardan seslenerek ya da avukat görüşlerinde öneriyoruz. Size de tavsiye ederim.

Barış Pehlivan ile avukatlarımız aracılığıyla haberleşiyoruz. Burada, suçları ne olursa olsun “insanlar” var. Bizim bölümde daha çok siyasiler olmakla birlikte, her suçtan tutuklu ya da hükümlü kalıyor. Kaçınılmaz diyaloglar ve insani ilişkiler gelişiyor. Dostoyevski çok doğru söylüyor; “Bir suçlunun üstünü kazırsan altından bir insan çıkar.” Öyle oluyor.