Cumhuriyetin ilanını takip eden sürecin en önemli siyasal işlerinden birisi nüfus meselesiydi. Çünkü niceliği ve türdeşliği yönünden güçlü ulus devlet olmanın en önemli dinamiği olarak görülüyordu. Bu yüzden Cumhuriyet rejimi, çok ve türdeş nüfus konusunda hem atak hem de tedirgin görünüyordu ve ulusal çapta bir nüfus sayımına odaklanmıştı.

Batıdaki örneklerine benzer biçimde Cumhuriyet rejimi de nüfus sayımının en önemli adımı olarak 1926’da İstatistik Müdürlüğü kurmuş; başına da bilgi-tecrübesine güvenilen Belçikalı Camilla Jackquart’ı getirmişti. Ardından 11 Mayıs 1926’da nüfus sayımına dair başbakanlık genelgesi yayınlanmış ve 2 Haziran 1926’da da Nüfus Sayımı Kanunu çıkarılmıştı. Aynı yıl içinde ülkenin bazı şehirlerinde deneyim amaçlı nüfus sayımları yapılmıştı ve İstatistik Umum Müdürü değişik şehirlerde bizzat toplantılar yaparak halkı nüfus sayımının önemi konusunda bilgilendirmeye çalışmıştı. Gazetelerde de sayımın önemi ve vatandaşların görevlerine dair çok sayıda haber-yorum yer almıştı.

Nüfus sayımı yeni rejim için o kadar önemliydi ki başbakan İnönü, ‘ne bir eksik ne bir fazla’ diye bir vurgu yapmıştı. Artık Osmanlıda olduğu gibi sadece vergi ve askerlik amaçlı değil, ulusun tümü için sayım yapılacaktı. Bu sayım ile ‘Türk vatanının her yerinde ne kadar Türk bulunduğu kati olarak anlaşılacaktı. Milliyet Gazetesi 27 Eylül 1927 tarihli sayısında ‘Bir tek Türk adedinin paha biçilemez bir servet olduğu bu zamanda, Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki her Türk’ü bilmek mecburiyetindeyiz’ diye yazmıştı. Bu süreçte dikkat çekici bir husus da Osmanlının nüfus politikalarına dair yapılan radikal eleştirilerdi. Osmanlı devletinin Suriye, Irak ve Afrika’yı ‘muhafaza etmek’ için milyonlarca ‘Türk’ü oralarda öldürdüğü ve sadece Yemen’de 1.5 milyon Türk’ün can verdiği açık açık yazılmıştı.

Hemen tüm modern devletler nüfus politikalarına dair aynı çizgide oldukları için Türkiye’nin nüfusuyla da yakından ilgili görünüyorlardı. Mesela faşist İtalya diktatörü Mussolini’ye göre 1926’da Türkiye’nin gerçek nüfusu 6 milyondu. Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın tahmine göre 8 milyon, bir Yunanlı araştırmacıya göre ise 10 milyondu ve bu nüfus içinde ‘Türk ırkından gelenlerin’ sayısı ancak 1,8 milyon olabilirdi.

Kısaca pek çok nedenle 1927 nüfus sayımı Cumhuriyetin belki de en önemli ‘milli imtihanı’ haline gelmişti. Yeni rejim tarafından nüfus sayım günü bile özenle seçilmiş ve Cumhuriyet bayramının bir gün öncesine denk getirilmişti. Böylece Cumhuriyet ve ‘Nüfus Bayramı’ bir arada kutlanacaktı. Nüfus Bayramı ifadesi özellikle seçilmiş ve ‘iki bayram kutlaması’ olarak basında yer almıştı. Sayım, planlandığı gibi sabah saat sekizde başlamış, akşam top atışıyla sona ermişti. Nüfus sayımı günlerinde gazetelerin yayınlanmaması uygulaması da yine o ilk sayımla başlamıştı.

1927 yılı nüfus sayımında yer alan anadil, tabiyet ve din’e ilişkin sorularla etnik ve inançsal yapının bilgisi üretilmişti. Buna göre 11.777.000 kişinin anadili Türkçe idi. İkinci en büyük grup, 1.184.000 kişi ile ana dili Kürtçe olanlardı. Sayım verilerine göre Türkçe dışında on dil kayıtlara geçmişti. Anadili Türkçe olmayanlar 1.723.369 kişiydi. ‘Türk olmayan unsurlara’ dair bu sayı "başka memleketlere girip çıkan turistler kadar bir şey" idi. Bu sayıda gayri-Türk nüfus memleket için herhangi bir sorun yaratmayacaktı. Oysa mesela Bulgaristan nüfusunun ancak %20’si Bulgar, Yugoslavya’nın ise 12 milyon nüfusunun ancak 4.5 milyonu Sırp idi.

Cumhuriyet rejimi sayım verilerinden iki temel sonuç çıkarmıştı. Birincisi, nüfusun hızla arttırılması için özel çalışmalar yapmaktı. Zira batılı yazında da yer aldığı gibi ‘nüfusu az olan bir vatanın müdafaası güç, istikbali karanlıktı’. Mutlaka ‘Gazinin emanetini sadakat için, vatanın istikbalini temin edecek nüfus ordusunu yetiştirmek’, bu büyük hudutlu güzel vatana hiç olmazsa otuz milyon evlat temin etmekti. İkincisi, bu vatanın her tarafında ‘bir cinsten, bir kandan ve bir mayadan’ yani Türk nüfusu hâkim kılmaktı. Her iki amaç için çalışmalar daha o zamanlardan başlamıştı. Yüzyıl sonra aynı dil ve söylemin bu kez muhafazakârların sesi ve politikasında tekrar edilmesi ne ilginç! Üstelik yeni bir ‘nüfus bayramı’ hevesi ve arzusuyla…