Yarın 1 Mayıs. Yarın dünyanın dört bir yanında işçiler, emekçiler, emekliler, kadınlar, gençler, yüreği emekten ve halktan yana atanlar alanlarda konuşacak. Bu köhnemiş dünyanın kurulu düzenine karşı söyleyecek sözlerinin olduğunu, değiştirecek güçlerinin olduğunu birliğin ve dayanışmanın en coşkulu örneğiyle haykıracaklar.

Portekiz’den İspanya’ya, İtalya’dan Yunanistan’a Güney Afrika’dan Latin Amerika’ya ve de Türkiye’ye dünyanın tüm işçileri, emekçileri işsizlik, uzun çalışma saatleri ve düşük ücretler, kuralsızlaştırılmış enformalleştirilmiş, güvencesizleştirilmiş çalışma yaşamına karşı haklarına, taleplerine sahip çıkacaklarını hep bir ağızdan bağıracaklar.

Çok uzun bir zamandır neol-iberalizmin insafsız saldırısı karşısında alınteriyle geçinen çoğunluğun ürettikleriyle zenginleşenlere karşı, bugünkü rakamlarla konuşmak gerekirse küresel servetin yüzde 48’ini elinde tutan ve sayıları dünya nüfusunun yüzde 1’ini geçmeyenlere, bu yüzde 1’i yaratan akla ve anlayışa karşı “başka bir dünya mümkün”  yürüyüşü başlıyor yarın. Peki yarını Türkiye işçileri ve emekçileri nasıl geçirecek?

Öncelikle en güçlü sesin Türkiye’de çıkması gerek. İnsanı, emeği ve doğayı son damlasına kadar sömüren, hayatın her alanını ticarileştirerek başta sağlık ve eğitim olmak üzere en temel hakları bile fazla gören, sefalet ücretleriyle açlık ve yoksullukla örülmüş bir yaşamdan başka bir olanak sunmayan, fabrikalarda, yeraltı madenlerinde işçileri ölümle yaşam arasındaki ince çizgiye sıkıştıran bir düzene karşı isyanımızda bir o kadar çok, bir o kadar güçlü çünkü.

Yarın kuşkusuz işçilerin, emekçilerin emeğin yanında yaşamı da gasp eden bu düzene karşı temel talepleri, insanca çalışmak ve de yaşamak olacak, olmalı.  

Taşeron çalışma gibi yaygınlaştırılmış-ve düzenin ihtiyacına yönelik daha da yaygınlaşacağı kaçınılmaz-kölece çalışma koşullarına, ücretlerin-sosyal hakların acımasızca yağmalanmasına;

Sınıfın üzerinde sayıları bir avucu geçmeyen patronların tahakkümüne halel gelmesin diye iktidarın koyduğu grev yasaklarına, toplusözleşme olmaktan çıkarılmış dayatmalara, emeğin birliğine ve örgütlenmesine konan her türlü engele karşı direnişi büyütmeye yönelik sözler yarın alanlara taşınacak.

“Taksim 1 Mayıs alanıdır” bu direnişin kararlılığının, değerlerden asla vazgeçmemenin bir parçası olacak.


1 Mayıs’tan yarınlara
Giderek ağırlaşan hemen hemen dünyanın birçok yerinde de gözlenen sorunlarımız var; gelir, ücret, çalışma koşulları, fahiş kiralar, kredi kartları faizi, öğrenci harçları, benzin fiyatları, mutfak enflasyonun katlanarak artması, eğitim masrafları… saymakla bitmez.

“‘İnsan’ı ekonomik kalkınmanın merkezine oturtmak ‘ahlaki’ bir zorunluluktur” diyerek 2002’de iktidara gelmişti AKP iktidarı. Hemen hemen her siyasi iktidarın yoksullaştırılmış kitlelerin genişliği karşısında“insan” ve “insan onuruna yakışır bir yaşam” vaadiyle yönetime geçtiği unutulmamalı.

Türkiye’nin giderek derinleşen karanlığa AKP eliyle sürüklendiği günümüzde önümüz seçim ise şayet, 1 Mayıs öncesi şu hatırlatma da kaçınılmaz olmaktadır.

Türkiye siyasal tarihinde ekonomik vaatler, birçok yerde olduğu gibi, iktidar değişimlerinde oldukça belirleyici olmuştur. Ancak siyasal veya ekonomik anlamda ilerici bir değişimden bahsedeceksek onun ancak toplumsal muhalefetin, sınıfsal gücün birikimi ve söz sahibi olması noktasında elde edilebilineceği unutulmamalıdır. İşte o zaman yarınlarda iyi veya kötü her kim iktidar koltuğuna oturursa otursun yıkmaya, çalmaya, ezmeye gücü yetmeyecektir.

Sınıf nasıl güç biriktirir, nasıl söz sahibi olur noktasında ise bugünün ihtiyacı basittir: sınıf saflarında ideolojik olarak mevziler kazanmış; sınıfı sınıf yapan-bir araya getiren mücadele dinamiklerini dini, kültürel tepkilere yöneltmiş, kendi ekonomik programına göre parçalamış, uzaklaştırmış, yaşamın tüm dokularına nüfuz etmiş bu düzeni topyekün karşısına alan bir örgütlenme ihtiyacı.

İşçinin, emekçinin bazı haklarının tanınmasıyla sınırlı değil, kapitalist üretim ilişkisinin neoliberal şiddetiyle yol açtığı derin eşitsizliğin-sömürünün tüm boyutlarıyla ortadan kaldırılmasını, eğitim, sağlık, sosyal güvenliğe daha kolay erişimi değil, eşit, parasız özgürce hak olarak sahip olabilmeyi,  kentlerdeki, doğadaki tahribatın bu sistem içi insan eli ve aklıyla tahrip edildiği bilinciyle bu akılla mücadeleyi eksenine koyan bir hareket ihtiyacıdır bu.

2013 Haziran direnişi, ne istediğinde ortaklaşmaya erişemese de ne istemediğini bilen sınıfın geleceğe dair o ortak noktayı keşfetmesiydi. İşte kısaca ihtiyaç, tam da bu noktadan yola koyulan HAZİRAN ihtiyacıdır.