Başlığı görünce, okurun aklında geçmiş olabilecek soruyu tahmin ediyorum.

"Hangi darbe?.." diyeceksiniz.

Haklısınız.

O kadar çok darbe yaşadık ve yaşamaktayız, o kadar çok darbe girişimine maruz kaldık ve kalmaktayız ki, kimileri "sapına - dibine kadar", kimileri "sanal" kimilerine "post modern" etiketi yapıştırılan, kimileri "olmamış ama olmuş süsü verilen" kimileri "leş gibi tiyatro kokan" kimileri "vodvil görünümlü", kimilerinin "failleri yani bizzat darbecilerin hâlâ muktedir konumlarda bulunan" o kadar darbe girdi ki hayatımıza...

Siz de haklısınız.

"Yazar, hangi darbeden söz ediyor bugün acaba?" sorusuna net yanıt vermek lazım.

En güncel ve en canlısını kastettim.

Şu Yargıtay kaynaklı, "Anayasa ve Anayasal düzene karşı darbe girişimi"

Farkında mısınız? Henüz bastırılabilmiş değil.

∗∗∗

Darbeciler, yani bindikleri "sanal tanklar ve sanal zırhlı personel taşıyıcıları, sanal F-16'larla, anayasal düzenin tam kalbine roketler fırlatmış bulunan ve hâlâ ellerini kollarını sallayarak, silahlarının namlularına yeri mühimmat sürmeye hazırlanan şer güçlerinden" söz ediyorum.

Bir grup darbecinin "Anayasa Mahkemesi (AYM) de kimmiş yahu? Biz bir grup yargıç onlardan daha büyüğüz. Anayasa da neymiş canım? Biz tanımıyoruz. Ne 83'ü?.. Ne 153'ü?.. Ne 158'i diyerek" bayrak açıp, meydan okuduğu hadiseyi unutmuş görünüyoruz.

İlk gün, hukuktan ve demokrasiden, Anayasa'nın ve AYM kararlarının bağlayıcılığından yana olanlar, hep birlikte ayağa kalkıp, o "sanal tankların" üzerine çıkmaya teşebbüs ettik.

Kıyameti kopardık, haklı olarak. Ana muhalefet partisi grubu gece yarısına doğru toplandı. "Eylemlilik hali" ilan etti.

Lakin, siyasetçilerin de bir grup (maalesef bir grup) hukukçunun da tepkileri hem "münferit" kaldı, hem de güçleri etkin biçimde birleştiremediğimiz için, darbecilerin istediği olmaya devam ediyor.

TBMM'nin 11 Hatay milletvekilinden biri olan Türkiye İşçi Partili Avukat Can Atalay'ın üzerine kilitli bulunan ve 200 kusur gün önce açılmış olması gereken demir kapı, hâlâ açılamadı.

Can Atalay'ı oradan çıkarmayı hâlâ başaramadık.

Darbeciler o kapıyı tutmaya devam ediyorlar hâlâ.

Anayasa'nın 104. maddesi gereği "Anayasal kurumlar arasında uyumlu çalışmalı sağlama" görevi ile mücehhez Cumhurbaşkanı da, ara ara kimi zaman "Yargıtay haklı" kimi zaman "Kurumlar arasında çekişme" kimi zaman da "Ben hakemim taraf tutmam" görüşleri arasında gidip geliyor gibi görünse de, fiiliyatta bu menfur darbe girişimine karşı durmamış ve "tankın üzerine" çıkmayı reddetmiştir.

Oysa ki aynı şahıs, ağzını her açtığında önüne geleni, uçan kuşu dahi "Darbeci" diye nitelemesiyle maruf bir siyasetçidir. Oysa ki aynı şahsın temsil ettiği siyasi akımın mensupları, kendilerinden olmayan ve kendilerini eleştiren herkesi, işlerine gelmediği anda "darbe düşünmek, darbe planlamak, darbe yapmayı tasarlamak, darbeyi gönlünden geçirmek vb." suçlarla itham etmeye bayılırlar. Mahkum ve mağdur etmekten büyük bir keyif alırlar.

∗∗∗

25 Ekim günü AYM'nin aldığı kararda açıkça belirtilmesine ve Anayasa gereği diğer yargı kurumlarına idare organlarına "emredilmesine" rağmen, ciddi bir suç işlenmekte, darbe "tüm sıcaklığı" ile ensemize üflemeye devam etmektedir.

Hani, benzetmek gibi olmasın ama... 15 Temmuz 2016 gününün geceyarısına doğru yaşadığımı saatlerdekine benzer, "fiili bir gerilim durumu" ile karşı karşıya bulunmaktayız.

O halde soru şudur:

Buna izin verecek ve bundan sonra kanun, nizam, mahkeme kararı, AYM kararı, Anayasa'nın bağlayıcı hükümlerinin, kuvvetler ayrılığı ilkesinin vs. fiilen yok sayılmasına geçit verecek miyiz? Yoksa kararlı ve etkin bir şekilde bu darbe girişimini püskürtmek için gerekeni hep birlikte yapacak mıyız?

Bunları yapmazsak, ileride (belki de yarın sabah) neler yaşanabileceğini, hepimizin tek tek başımıza nelerin gelebileceğini biliyor muyuz?

Durumun vahametinin farkında mıyız?

Mahkeme kararlarına rağmen bizzat devletin bazı kurumlarının, siyasetin muktedir kanadının iradesi ile hukuksuz yere birilerinin cezaevinde "alıkoyulması" anlamına gelen bu menfur darbeye karşı, elimiz kolumuz bağlı "öylece" oturmaya devam mı edeceğiz?

Ya da "Ben şunu yapabiliyorum. Benden bu kadar" deyip, tek tek cılız çabalarımızla vicdanlarımızı yıkayıp, yastıklarımıza başımızı koyup mışıl mışıl uyuyacak mıyız?

Mesele, Can Atalay meselesi değil. Anlamıyor musunuz?

Mesele, onun olayından hareketle "kanun ve nizam hakimiyetinin" buruşturulup, üstelik de bu "kanun nizam hakimiyetini" on yıllarca ezim ezim ezdikleri halka sopa olarak kullanan hakim sınıflar tarafından çöpe atılması meselesidir.

Bari kendi rejiminize, kendi koyduğunuz kurallara uyun demek gerekmiyor mu?

Tank seslerini, uçakların kulakları sağır edici gürültüsünü, daha ne kadar duymazdan geleceğiz?

Kendisini herkesten ve her türlü yasa ve kuraldan "vareste" gören bir grup yargıcın, bir yerlerden aldıkları emirle bu ülkenin ve halkın üzerine daha fazla roket fırlatmalarına daha ne kadar tahammül edeceğiz.

Haydi hep birlikte, daha örgütlü, daha güçlü şekilde "tankların" üstüne.