Demokrasi ya da türevi olarak anılmayı hakeden ülkelerde, dünya siyaset tarihinde "yerleşik" sayılabilecek format, kabaca şudur:

Farklı ideoloji, görüş, çizgi ve programlara sahip siyasi partiler, seçmenin oyunu alıp iktidara gelebilmek için bu "bagajlarını" yarıştırırlar.

Sonuçta, seçmen birini iktidara getirir.

İktidara gelirken yeterli bir çoğunluğa sahip olabilirlerse, yasama organını kullanarak kendi ajandaları doğrultusunda yasalar yaparak sistemde istedikleri değişiklikleri hayata geçirirler.

Bunun da ötesinde, anayasada değişiklikler yapmak istediklerinde de, örneğin Türkiye'de olduğu gibi, öncelikle parlamento çoğunluğu ile, mümkün değilse, referandum yoluyla bunu gerçekleştirirler.

Normal yol ve yöntemleri budur bu işlerin.

Bir de, farklı ve demokrasi dışı bir yöntem vardır ki, onu hepimiz bir değil birkaç kez tecrübe ederek yaşadık bu ülkede. Ona da "darbe" diyoruz. Uluslararası siyasi literatürde "Coup d'etat" yani "Devlete darbe" olarak adlandırılan bu usülde ise, mevcut yönetimi silahlı kuvvetler veya silahlı başka güçlerin kalkışması yoluyla devirip, yönetime zorla el koymak söz konusudur.

"Darbe"nin bir de "Kendi iktidarını sağlamlaştırmak üzere, şiddet ve/veya yasadışı yöntemler kullanarak, mevcut yasaları ve anayasayı çiğneyerek" yapılan türü (Self-coup - kendine darbe) vardır ki, en utanmazca olanı da budur.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti'ni yöneten siyasi kadro ve ortakları, tam da bu yöntemi uygulamaktadır.

Yıllardır, hemen her gün yepyeni ve (haklarını teslim edelim) yaratıcı yöntemlerle, bunu adım adım gerçekleştiriyorlar.

∗∗

Bir yandan, işbirliği yaptıkları karanlık güçlerle yani uzun yıllar boyu Fetullahçı demokrasi ve Cumhuriyet düşmanı, ATATÜRK düşmanı hainlerle (FETÖ) kol kola, bu ülkede ne kadar vatansever insan varsa onları "safdışı" edici kumpaslarla etkisiz kıldılar. Hayatlarını karartıp, adım atamayacak ve ses çıkaramayacak hale getirdiler.

Medyayı büyük ölçüde ellerine geçirerek, tamamen kendi güdümlerine alarak muazzam bir propaganda ve yalan makinesine dönüştürerek kitleleri kandırmak, uyutmak ve uyuşturmak suretiyle seçimler ve referandumlarda yaptıkları hileleri ustaca gizlemeyi ve unutturmayı becerdiler. Böylece, etkisiz ve ürkek muhalefetin de olağanüstü yardımları ile, "her girdikleri seçimi kazandıkları (yalan) algısını" başarıyla oluşturdular.

Ama, yaptıkları en önemli şey (kabul etmeliyiz) ve en başarılı icraatları, yargıyı ustaca ele geçirmek ve kendileri açısından her türlü siyasi ve ekonomik kazanımın anahtarı olarak kullanılacak yargı kararlarını, hep kendilerinden yana çıkardılar.

Muhalif ne kadar ses ve yayın varsa, bunları bastırmak üzere mahkemelerden hemen her dakika kendilerinden yana kararlar çıkarmaya da devam ediyorlar.

Ancak, rakip siyasetçileri elimine ederek ve elini ayağını bağlayarak iktidarlarını sağlamlaştırmak üzere aldıkları en önemli kararları, gerçekten de tarihe geçecek niteliktedir.

2017 Referandumunda yasaya aykırı biçimde (YSK kararını TBMM'nin yaptığı bir yasanın üzerine çıkararak) mühürsüz oyların geçerli sayılması ve rejimin - yönetim biçiminin değiştirilmesi, başlıca adımdır.

Bir dönem "çözüm" aldatmacası ile uyutmayı başardıkları Kürt siyasi hareketinin liderlerinden Selahattin Demirtaş'ın elimine edilip AİHM kararlarını bile tanımama pahasına uzun ve (bugün de sürmekte olan) haksız bir mahkumiyete zorlanması, bir başka önemli bir örnektir.

En önemli hamlelerinden biri de, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 101 ve 116'ncı maddelerine açıkça aykırı biçimde 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimde aday bile olamayacağı halde, Recep Tayyip Erdoğan'ın elindeki yargı gücünü (YSK) kullanarak aday olmayı becerebilmesidir. Bununla da kalınmamış, yürütmenin kritik üyeleri, (İçişleri Adalet ile Ulaştırma ve Haberleşmeden sorumlu bakanların) görevlerinin başında kalarak makam şapkalarıyla bizzat parti kampanyasına katılmışlardır.

∗∗

Bugün gelinen aşamada, 2023 seçiminde yasal yoldan seçilen bir kişi, TİP Hatay Mebusu Av. Can Atalay, Anayasa'nın 83'ncü maddesine aykırı biçimde hapiste tutulmakta, üstelik Anayasa Mahkemesi'nin Atalay lehine aldığı karar, hukuksuzluğu apaçık ortada bir Yargıtay Daire kararıyla uygulanmamaktadır.

Yargıtay'da bir grup hakim, Anayasa'yı ve AYM'yi tanımadıklarını fütursuzca beyan edip, aslında görevleri gereği korumak zorunda oldukları kurulu mevcut hukuk düzenini de çiğneyerek, ülkenin tümüne meydan okumaktadırlar.

Ama bunlardan da daha elim ve daha vahim olmak üzere, Anayasal düzenin "işlemesini" sağlamakla yükümlü en önemli organ, yani yürütme (yani Cumhurbaşkanı) Anayasal darbe anlamına gelen bu meydan okumaya arka çıkmaktadır.

Amaç bellidir.

"Bu anayasa ile yürümüyor" diyerek, köklü bir anayasa değişikliğinin önünü açmak için harekete geçmektir.

Mevcut bir yönetimin, varlığını borçlu olduğu ve uygulamakta herkesten fazla titizlenmesi gereken Anayasal bir sistemi çökertmesi, tarihte görülmemiş bir örnektir.

Aslında, biçimsel olarak "Kendi kendine darbe" (İngilizce: Self-coup) anlamına gelen bu menfur girişim, artık girişim olmanın da ötesine geçmiş bir fiili durum (bir darbe) demektir.

Demokrasiden ve hukuktan yana herkesin, daha örgütlü biçimde buna göğsünü siper etmesinin zamanıdır.