Demografik depreme hazır mıyız?
Fotoğraf: AA

Bundan 20 yıl önce, ister Bağ-Kur, ister SSK ister Emekli Sandığı olsun, her emekli asgari ücretin üzerinde maaş alıyordu. Bugün 17 bin liralık asgari ücrete karşılık emeklilerin yarısından fazlası 10 bin TL aylık alıyor. Çok açık ki, dünün emeklileri bugünkü emeklilerden daha müreffehti. Veriler gösteriyor ki, bu düzen böyle giderse yarının emeklileri bugünkü emeklilerden çok daha zor şartlarda yaşayacak. Çünkü Türkiye gündemi tüm hızıyla akarken kimse ülkenin yaşadığı “demografik depremi” konuşamıyor.

NEDİR BU DEMOGRAFİK DEPREM?

Bir ülkenin sosyal güvenlik sistemi, olası risklere duyarlı olmak zorundadır. Örneğin, bir ekonomik durgunluk işsiz sayısını artırır, sosyal güvenlik sisteminin gelirlerini azaltır. Bu durumda, sistem Hazine yardımlarına daha fazla ihtiyaç duyar. Aksi durumda giderler karşılanamaz ve sistem tıkanır. Nitekim, pandemi gibi olağanüstü gelişmeler, sistemin sağlık giderlerini artıracak, gelir gider dengesizliğini tırmandıracaktır. Keza aynı şekilde, kayıt dışı istihdamdaki artışlar sistemin giderleri sabit kalırken gelirlerinin azalmasına neden olacaktır. Tüm bu örneklerde, sistemin yaşadığı stres kısa veya orta vadelidir. Durgunluk ya da pandeminin bitmesi, kayıt dışılığın azalmasıyla sorunlar çözülür.

Fakat Türkiye’nin sosyal güvenlik sisteminin yaşadığı stres, bu örneklerin çok daha ötesine geçiyor. Çünkü Türkiye’nin demografisi sosyal güvenlik sisteminin aleyhine gelişiyor. Ve kötü haber; bu gelişmenin önüne geçebilmek neredeyse imkansız. Bu nedenle gelişmeyi durdurmak yerine, tıpkı deprem gibi, gelişmeyi kabullenip, yeni duruma adapte olmalıyız. Verilerle ilerleyelim…

ORTANCA YAŞIMIZ GİDEREK BÜYÜYOR

Türkiye’de yaşayan herkesi yaşlarına göre küçükten büyüğe olacak şekilde, soldan sağa dizsek, tam ortadaki kişinin yaşına “ortanca yaş” adı veriliyor. Cumhuriyetin kurulmasından itibaren 1990’a dek, Türkiye’nin ortanca yaşı 21’i geçmiyordu. 1980’e dek nüfusun yarısından fazlası köylerde, toprağa bağımlı bir toplumsal düzen içinde yaşıyordu. Bu toplumsal düzen, kaba doğum hızını artırıyor, nüfusun sürekli genç kalmasını sağlıyordu. Genç nüfus ise Türkiye için bir fırsat penceresi olarak değerlendiriliyor, dahası sosyal güvenlik sistemi de zorlanmıyordu. Zira gençler çalışıyor, nispeten az sayıdaki yaşlıları sübvanse edebiliyordu. Fakat 1990’lardan itibaren bu demografik hakikat değişmeye başladı. Kente göçün hızlanması, tarımın tasfiyesiyle devam etti. Demografik değişim 2000’li ve 2010’lu yıllarda ivme kazandı.

1935’te 16 milyonluk nüfusa karşılık, 65 yaşın üzerindeki nüfus 628 bindi. Kaba bir hesapla, her 25 kişiden 1’i 65 yaşın üzerindeydi. Ortanca yaşımız ise 21,2’ydi. İlerleyen yarım yüzyılda da bu tablo değişmeyecek, grafik yatay seyredecekti.

Milenyumun başına gelindiğinde, nüfus 65 milyona çıkmıştı. Buna karşın 65 yaş üzeri nüfus 4,4 milyona dayanmıştı. 1935’te her 25 kişiden biri 65 yaş üzerindeyken, 2000’de artık her 14 kişiden 1’i 65 yaşın üzerindeydi. 2000’den günümüze dek nüfus yüzde 33 oranında artarak 64 milyondan 85 milyona çıktı. Fakat nüfus yüzde 33 artarken 65 yaş üstü nüfus yüzde 91 artışla 4,4 milyondan 8,4 milyona yükseldi. 2022 itibariyle artık her 10 kişiden 1’i 65 yaşın üzerinde. TÜİK’in nüfus projeksiyonuna göre 2030’da her 8 kişiden 1’i, 2040’ta her 6 kişiden 1’i, 2060’ta her 5 kişiden biri, 2080’de ise her 4 kişiden 1’i 65 yaşın üzerinde olacak. Cumhuriyetin ilk 70 yılında, 21 yaş altı genç bir nüfusa sahiptik ve ortanca yaş grafiğimiz yataydı. Son 30 yılda, grafik dikleşti ve ortanca yaşımız 13 yaş büyüdü. Üstelik son yıllarda yaşlanma hızımız artıyor. 1990’da 22,2 olan ortanca yaşımız, 2000’de 25,8’e, 2010’da 29,2’ye, 2020’de 32,7’ye yükseldi. 2022 itibariyle ortanca yaşımız 33,5. 2040’larda ortaca yaşımız 40’ın üzerine çıkacak. İşte Türkiye’yi bekleyen demografik deprem bu. Sosyal güvenlik sistemimiz ise bu depreme dirençli değil.

ORTA YAŞ (%)

1935: 21,2

1970: 19

1990: 22,2

2010: 29,2

2020: 32,7

2021: 33,1

2022: 33,5

2030: 35,6

2040: 38,5

2060: 42,3

Sosyal güvenlik sistemi orta yaşın artmasına karşı dirençli değil.

∗∗∗

İKTİDARIN VİZYONU NE?

İktidar, bu gelişme karşısında insani olmayan ve fantastik önlemlerle sorunu halı altına süpürüyor. Erdoğan’a kalsa, herkes 3 çocuk yapsın, konuyu kapatalım. Ekonomi yönetiminin bu deprem karşısındaki çaresi ise emeklilik yaşını daha da büyütüp, emekli ikramiyesi ve maaşlarını tırpanlamak. Böylece yaşlı nüfus kaderine terk edilirken, sosyal güvenlik sistemi üzerindeki stresi azaltmak amaçlanıyor.

Fakat emeklilik yaşı ne kadar büyütülürse büyütülsün, bu demografik deprem karşısında, nüfusun içindeki emekli oranı artıyor. BirGün Yazarı Aziz Çelik’in 15 Ocak’taki yazısında derlediği verilere göre, 2008’de nüfusun yüzde 12,2’si emekliyken, bu oran 2022’de yüzde 16,3’e tırmanıyor. Fakat buna rağmen, emekli maaşlarının hepsini topladığınızda elde ettiğiniz tutar 2008’de Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) yüzde 5,9’u ederken, 2022’de bu oran yüzde 4,5’e düşüyor.

Demografik depreme karşı, iktidarın “deprem dirençli bir sosyal güvenlik sistemi” kurma vizyonu yok. Bu deprem karşısında iktidarın dayattığı çare, yaşlı nüfusu açlıkla ölüme terk etmek. Bu dayatma devam ettiği sürece, emekliler için yarın bugünden daha kötü olacak. Sadece emekliler için değil, Türkiye ekonomisi için de sürdürülebilir değil. Zira, genç nüfusa göre organize olmuş Türkiye’nin imalat sanayii, emek yoğun bir üretime alışmıştı. Yaşlı nüfusa sahip Avrupa ülkeleri, sanayilerini teknoloji yoğun hale getirerek kalkınıyorlar. Türkiye yaşlı nüfusuyla hazırgiyim, madencilik, inşaat gibi sektörlerde ne kadar büyüyebilir, şüpheli.

Sonuç olarak, halk kesimleri, nasıl ki, deprem dirençli kentler talep ediyorsa, demografik depreme dirençli sosyal güvenlik sistemi de talep etmek zorunda. Aksi halde hepimiz çalışarak öleceğiz.

∗∗

YARININ EMEKLİLERİ NASIL YAŞAYACAK?

1- Bugünün emeklileri, ikramiyeleriyle veya çalışırken elde ettikleri tasarruflarla ya köyündeki arsasını satarak ev alabildi. Bugün 65 yaş üzerindeki nüfusun ev sahipliği oranı yüzde 80’lerde. Yarın bu oran düşecek ve yarının emeklileri daha yüksek oranda kiracı olacak. Bu sosyal kriz, yaşlı bakım evleri talebini artıracak.

2- Bugünün emeklilerinin döneceği bir köyü, kasabası var. Bu sayede kuşa dönmüş maaşlarıyla, köylerinde mütevazı bir hayat sürebiliyorlar. Yarının emeklilerinin döneceği bir köyü olmayacak ve çalışmak zorunda kalacaklar. Bugünün genç çalışanları, bu düzen böyle giderse çalışırken ölecek, emekli olamayacak.

3- Bugünün emeklileri, dün işgücündeyken tarımsal üretim bugünden daha fazlaydı. Gıda fiyatları karşısında emeklinin alım gücü dün daha yüksekti. Yarının emeklilerinin barınmadan sonraki en büyük sorunu sağlıklı gıdaya erişebilmek olacak. Böyle giderse, gıda için hizmet sektöründe gençler yerine yaşlılar istihdam edilecek.

∗∗

BAĞIMLI NÜFUS ARTIYOR

• 15-64 yaş arası olan aktif işgücü oranı giderek düşüyor. Bağımlı nüfus (-15 ve +65) oranı artıyor

• Cumhuriyet’in ilk 65 yılında ortanca yaş 21’in altında

• 1935’te her 25 kişiden 1’i

- 1975’te her 20 kişiden 1’i

- 2000’de her 14 kişiden 1’i

- 2022’de her kişiden 1’i

- 2030’da her 8 kişiden 1’i

- 2060’da her 5 kişiden 1’i

- 2080’nde her 4 kişiden 1’i 65 yaş ve üzeri olacak.