Muhalefet, sokakları terk ederek sadece iktidardan uzaklaşmış ve toplumun teslim alınmasına katkı vermiş olmamıştır; sokakları siyaset-tarikat-mafya çetelerine de teslim etmiştir. Buradan radikal bir kopuş, emeğin cumhuriyetinin kurulmasıyla mümkündür.

Despotik devletin mafyatik dönüşümü

Bugünlerde mafya haberleri gündemden düşmüyor. Ülke içinde ve dışında, yerli veya yabancı mafya unsurlarının karşılıklı çatışmaları, altı Türk mafya unsurunun bu hafta Yunanistan'da infazı gibi haberler sıradan olaylar haline geldi. Ama daha önemlisi, Ankara Emniyetinin Ayhan Bora Kaplan adlı mafya unsurunu Esenboğa'dan yurtdışına çıkmaya/kaçmaya hazırlanırken gösterişli bir operasyonla yakalamasıydı. Egemen siyasetin kollaması altında olan bu kişinin yakalanmasından sonra eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve halen Yargıtay üyesi olan muhteremin (kendisini Kaplan'la ilişkilendiren iddialar üzerine) “bu operasyonun Süleyman Soylu'ya karşı yapılmış olduğunu” söyleyerek sahneye girmesi olayın boyutunun başka yerlere uzandığının bir itirafıydı adeta. Yakalanan zatın eski İçişleri Bakanı Soylu ile bolca resimleri olmasının aslında haber değeri yoktu; çünkü Soylu'nun fotoğraf albümü bunlarla doluydu. Sermaye-siyaset-yargı/kolluk-tarikat-mafya beşgeninin simgesel ismi Sezgin Baran Korkmaz da albümün başköşesini süslüyordu elbet. Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'ın son kitapları (SS, Kırmızı Kedi Kitabevi, 2023) zaten tam da buna odaklanıyor.

Operasyonun hedefi Soylu muydu değil miydi? Geçtiğimiz hafta bu konu medyada bolca tartışıldı. Asıl hedef elbette Soylu'ydu.

Hatta daha ileriye gidebiliriz: Erdoğan'ın geçen seçimlerden önce bütün bakanlarını milletvekili olmaya zorlayarak başlattığı hamle, aslında bir "Soylu'dan kurtulma" operasyonuydu. Daha önce birçok kez gündeme geldiği halde S. Soylu görevden alınamamış hatta görev yeri bile değiştirilememişti. Bunun arkasında iki neden vardı: Soylu, elinde Saray'a kadar uzanan dosyalar olduğunu ima ediyordu; üstelik etrafındaki çember daraldığında çıktığı bir TV programında buna dair mesajlar da iletmişti (Bir siyasetçinin bir mafya liderinden aylık düzenli şu kadar dolar maaş aldığı iddiası da bunlar arasındaydı). İkinci neden, Devlet Bahçeli'nin Soylu'ya sürekli arka çıkmasıydı. Bu nedenle bakanların toptan değiştirilmesi bir çözüm olarak görüldü. Dolayısıyla, yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya eliyle Soylu dönemine yönelik operasyonların devamı gelebilir; ama elbette bunun nihai sınırları, yasaklı bölge olan Saray'dır.

Neden orada duracaktır? Şöyle açıklayalım: Soylu döneminin soruşturulması ile Soylu'nun kendisinin soruşturulması farklı şeylerdir. Doğrudan doğruya Soylu'nun dahil edildiği bir aşama demek, Soylu'nun mukabil saldırısını sineye çekmek demektir! Çekebilirler mi? Sanmıyoruz. Çünkü herşey çorap söküğü gibi gider. Örneğin iş takipçiliğiyle ve Zindaşti ilişkileriyle ünlü Burhan Kuzu –ortaya saçılan tüm mafya bağlantılı görüntülere rağmen– şüpheli ölümüne kadar Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Üyeliğini korumuyor muydu? Reza Zarrap kimlere ve ne için rüşvet vermişti? 17-25 Aralık belgeleri ve dört bakanın istifa ettirilmesine giden yolsuzluk skandalının soruşturulması hangi siyaset-yargı-kolluk operasyonlarıyla geçersiz kılınmıştı? 14 Eylül 2023 akşamı bir TV kanalında, Soylu döneminine yönelik kimi operasyonlar konusunda Hanefi Avcı ile yapılan söyleşide öne çıkan altbaşlık şuydu: "Çetelerle mücadele mi, ayak izi temizliği mi?" Çok şey anlatan bir manşet.
                                                                    
İlk birikim kaynağı olarak özelleştirmeler

Başlığa dönersek: Despotik devlet mi yoksa mafyatik ilişkiler mi önce gelir? Bu, tartışmalıdır daha doğrusu görelidir; yani zamana ve mekâna göre değişir. Despotik devlet, yolsuzluklar devletinin ve onun mafyatik kollarının görünmez kılınması daha doğrusu sorgulama dışı bırakılması için belirli bir aşamada şart olabilir.

Türkiye örneğine bakılırsa, yolsuzluk ağlarının örülmesi kuşkusuz AKP öncelerinden gelir; bu, genelde dünya sermaye düzeninin icabıdır; ama toplumsal denetimin zayıf olduğu çevre ülkelerinde ve asalak unsurların azgınlaştığı sosyalist bloğun çözülmesi gibi özel süreçlerde tavan yapar. Keza on yıllarca iktidarın maddi nimetlerinden uzak kaldığını düşünen bir dinci siyaset –iktidarı ne kadar elinde tutacağını bilmediği ilk yasama döneminde (2002-2007)– açgözlülüğünü ve aculluğunu yansıtacaktır. İktidarının henüz ikinci yılında kapsamlı yolsuzluk kozaları örülmüştür bile: Wikileaks belgeleriyle 2004'te İsviçre bankalarında ortaya çıkarılan kabarık milyon dolarlık siyasetçi hesapları bunu söylüyor. En şaibeli özelleştirmelerin tam da bu yılda patlama yapması rastlantı olabilir miydi?

Dinci siyaset, özelleştirmeleri iç ve dış sermaye çevrelerinin gözünde kendi siyasi gündemini meşrulaştırma aracı olarak kullanılabildiği gibi kendi beslemesi sermaye çevrelerini palazlandırma bakımından da çok elverişli bir araca dönüştürmüştür. Yapılan gelir/sermaye transferlerinin irili-ufaklı sermaye çevrelerine de yansımaları olduğundan, bu mekanizma hem kendi partileşme sürecinin pekiştirilmesine hem de siyasal İslamcı hareketin sistemle doku uyuşmazlığının giderilmesine hizmet etmiştir. Şimdilerde 33 bin kilometrakare (Trakya 23 bin km2'dir!) Hazine arazisinin satışına niyetlenilmesinin mafyanın ilgi alanı dışında kalması mümkün müdür mesela? Özelleştirme yağmasının tüm mafyatik unsurları kendisine çekebilecek özellikler arz ettiğini daha iyi kavrayabilmek açısından bazı özelleştirme örnekleri verdiğimiz 22.05.2021 tarihli Birgün Pazar yazımıza ("Hukuk Yoksa Devleti Kim Kontrol Eder?") göndermekle yetiniyoruz. Şu alıntı da o yazımızdan:

"Eğer belirli bir tarihi kesitte belirli bir ülkede iktidara çöreklenen ve/veya iktidarın etrafını saran asalak sınıflar, sorgusuz sualsiz yani hukuksuz/denetimsiz bir biçimde ülkenin yönetimini ellerine almışlarsa, orada ne demokrasi, ne adalet, ne insan hakları, ne bütçe hakkı, ne özgürlüklerin kırıntısı kalmış olabilir, ne de kaçınılmaz biçimde devlet-toplum ilişkilerini örümcek ağı gibi saracak olan mafyatik ilişkiler engellenebilir. Orada devletin mafyalaşması bütün bu olumsuzlukların bir nedeni değil sonucudur aslında; ama sonuç giderek belirleyicilik kazanır, zamanla devletin her kademesinde çeteleşme uç verir."

Sonuç: Balık baştan kokar!

Büyük paraların döndüğü ve nakit işlemlerin öne çıktığı (uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı, kumar/bahis oyunları); yasaklamalar veya aşırı vergilemelerle iç-dış fiyatlar makasının açılıp yüksek kazanç olanaklarının oluştuğu (akaryakıt kaçakçılığı, sigara-içki kaçakçılığı ve imalatı); ihale sisteminin yozlaştığı ve örgütlü ihale çetelerine alan açıldığı; bankacılık sisteminde iz bırakmayan uluslararası para-altın transferleri gibi illegal (bazıları legal ama şaibeli) ekonomik ilişkilerin kurulduğu tüm alanlar mafyatik örgütlenmelerin birincil ilgi alanına girer. Buralara ânında üşüşürler.

Haraç toplamak gibi geleneksel sokak mafyası yöntemleri bu bahiste hafif kalır. Birilerinin malına mülküne-oteline-fabrikasına çökmek gibi daha büyük işlerin en boyutlularında genellikle devlet bağlantıları devreye sokulur ve karşı konulması pek güç oldubittiler yaratılır. Bu durumlarda devletin en tepelerinden dahi "işe odaklananlar" olur, paylaşım ağı genişlemekten ziyade dar bir piramide dönüşerek merkezileşir.

Despotik devlet, yolsuzluklar devletinin ve onun mafyatik kollarının görünmez kılınması daha doğrusu sorgulama dışı bırakılması için belirli bir aşamada şart olabilir. Elbette despotik devlet, Cumhuriyet devrimini yapabilmiş bir ülkede onun antitezinin yani bir şeriat devletinin oluşturulabilmesi için zorunlu olan devlet şiddetinin uygulanabilmesi bakımından da şarttır. Bu ikisi biribiriyle bağlantısız değildir.

Muhalefet, sokakları terk ederek sadece iktidardan uzaklaşmış ve toplumun teslim alınmasına katkı vermiş olmamıştır; sokakları siyaset-tarikat-mafya çetelerine de teslim etmiştir. Buradan radikal bir kopuş, emeğin cumhuriyetinin kurulmasıyla mümkündür.