Son günler, deniz bitti. Zaten yüzme de bilmiyordunuz. Üç tarafı denizlerle çevrili şu güzel memlekette nasıl oldu da yüzmeyi öğrenemediniz, o da bizim ayıbımız olsun. Zamanında çektiklerinizi unutmadığınız doğru fakat aynı şeyler yaşanmasın diye değil, gücü elime alayım, sopalayayım herkesi diye baktığınız için şimdi bu haldesiniz. Gerçeklerden apayrı bir yerde ailece harikalar diyarında yaşıyorsunuz. Ailenizden bazıları yıllardır ortalıkta yok, ortada olanlar da ne yapacaklarını düşünüp duruyor. Tuhaf bir açmaza soktunuz ülkeyi.

Sadece kâr ve rant güdümlü tuhaf bir organizma haline getirdiniz memleketin tüm kurumlarını.

Neredeyse adını yazamayacak, bakkalın başına koysan, iki günde tekme tokat patron tarafından kovulacak vasıftaki akranlarını, eşiniz dostunuz, eğitimsiz, bilgisiz, kültürsüz, görgüsüz vizyonsuz insanlar yetiştirdiniz. Sadece parayla beslenen, karnı hiç doymayan aç gözlü tuhaf bir organizma oldunuz. Sizden sonraki 200 yılda torunlarınızın torunlarının bile harcaya harcaya bitiremeyeceği servetlere sahip oldunuz. Vizyonunuz ise sadece “daha pahalısı, daha parlağı” oldu. Bu yola bir de dava dediniz. Oysa dava neydi?

Dava emekti. Evet, çok emek verdiniz. Cemaatlerle, gericilerle el ele kol kola beraber yürüdüğünüz yollar, geceleri yediğiniz hurmalar yüzünden memlekette yaşanmayan acı, çekilmedik çile kalmadı sayenizde. Her seferinde de yüzsüzce sırıttınız insanlar hayatlarını kaybederken. Gün geldi “İyi öldüler” dediniz, gün geldi “Şehit” oldular, gün geldi “fıtrat” dediniz. Cahilliğinizin ve bilimle olan kavganızın sonuçlarını imar aflarıyla ötelemeye çalıştınız ama onlar da sayısını bile bilemediğimi vatandaşlarımız gibi enkaz altında kaldılar. Hiçbir zaman kendinizden başka kimseyi dinlemediniz. Adeta “Buraya konut yapılmaz” diyen bilim insanlarına inat olsun diye gerçekliğin her türlüsünün üzerine gidip, her seferinde fikirsizliğinizin çilesini vatandaşlarınıza çektirdiniz.

***

Vatandaşlarını dedim ama sizin için vatandaş diye bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Halkının en azından yarısından nefret eden, kendisi gibi görünmeyen, olmayan her şeyden korkan; bilmediği, anlamadığı, kafasının basmadığı her şeyi yasaklayan tuhaf bir varlık halinde, tuhaf bir gerçekliğe inandınız. Hala da öyle yapıyorsunuz. Başka çareniz yok çünkü. Korktuğunuzu ya da artık yolun sonuna geldiğinizi çevrenizdekiler hissederse çünkü işiniz daha zor.

Öyle bir halüsinasyon içindesiniz ki, kendi söylediklerinize bile güvenmiyorsunuz. Kötü bir şaka, gülünç olmayan bir karikatür gibisiniz -ki zaten karikatüre de karşısınız-. Hayatınızda, yüzlerinizde ve ruhunuzda gülümseme ya da sevgi kalmamış. Saygı denen kavram sizin için sadece korkuyla oluşturulabilecek bir şey. Bilgiye, emeğe, sanata, zanaate o kadar uzaktan bakıyorsunuz ki size uzaktan her şey sinek gibi görünüyor. Gerçeklikten kaçışın da bir sonu var elbette ama neden bu kadar uzun sürdü? O da sizin tek başarınız. Paramparça ettiğiniz eğitim sistemi sayesinde çocuklarımız artık neredeyse 4 işlemi yaparken bile zorlanıyor. Okusa bile anlayamıyor. Çünkü sizin için tek gerçek koltukları ısıtmalı makam arabalarınız. Halkınız parasızlıktan, soğuktan, çaresizlikten hayatını kaybederken, ısıtmalı deri kaplı koltuklarınızdan, uzaklara bakıp bir bahaneler buldunuz.

***

Bundan sonra ne olacak? Kaçınız kaçacak, kaçınız kalacak? Tarih sizleri ülkenin başına gelmiş en kötü şey olarak mı anacak? Memleketin derelerini, dağlarını, ağaçlarını talan eden, para karşılığında ona buna satan korkunç bir organizasyon olarak mı hatırlayacak? Ya da her musibette bulunan hayır gibi sizlerden sonra daha insanca, daha medeni, daha kardeşçe mi yaşayacağız?

Nefes almak yaşamak değil. Hayatta güzel şeyler de var. Sayenizde hepsine günden güne yabancı kalmayı öğrendik. Ülkenin en güzel okullarından birinin kapısına vurduğunuz kelepçe aslında sizin eğitilmez olduğunuzun en somut örneği. Neyse sizin okumanız da yok zaten, çok da zorlamayayım sizi daha fazla. Deniz bitti.