Türkiye siyasetinin en can alıcı sorunlarından biri, hiç kuşkusuz 2002 yılında bu ülkeyi yönetme “ehliyetini” alıp 22 yıldır bir daha elinden bırakmayan bugünkü iktidarın, giderek daha fazla demokrasiden uzaklaşması ve hem emperyalist odaklara hem uygarlık karşıtı din istirmarcısı gruplara, tarikat ve cemaatlere, hem de işbirlikçi sömürgen sermayeye daha fazla teslim olmasıdır. Bu sorun bugün yaşadığımız onlarca, yüzlerce, binlerce sorunun ana kaynağıdır.

∗∗∗

Ancak, en az bunun kadar önemli bir sorun da “Ana muhalefetin, kendini doğru düzgün tanımlayamaması”dır. Temel siyasi - ideolojik konu başlıklarında nerede durduğunu, neyi temsil ettiği, kime, hangi kesime nasıl baktığı ve neler düşündüğü - planladığı belli olmayan bir Ana Muhalefet Partisi, bu yüzden de “alternatif arayışı içindeki” geniş halk yığınlarının bir türlü ilgisini ve oylarını kendine çekememekle malûldür.

“Cumhuriyet’i kuran ve temellerini atan parti” sıfatını büyük oranda haklı olarak taşımayı hakeden Cumhuriyet Halk Partisi, aradan geçen 100 yıl içinde bu ülkenin ve hattâ dünyanın evrildiği durum ve konjonktürü okuyabilmeyi bir türlü becerememiş, başaramamış ve hattâ buna yanaşmayı bile kabul etmek istememektedir.

CHP’nin çok çeşitli düzeylerdeki yöneticileriyle, en başta genel başkanlarıyla, yönetim kademesinde farklı dönemlerde makam sahibi olmuş kişilerle ve milletvekilleriyle, tabii üye tabanındaki insanlarla kim bilir kaç yüz kez bu konuyu konuşma, tartışma ve eleştirme olanağım oldu. En son, bir önceki dönemin sayın genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na farklı ortamlarda aynı soruyu sorduğumu hatırlıyorum.

“CHP neyi temsil ediyor? Solda kendisini nereye oturtuyor?” mealindeki sorumu yanıtlarken “Sol ve sağ gibi kavramların geçen yüzyılda kalmış demode ayrımlar olduğu” mealinde bir ifade kullanmıştı.

CHP’nin en büyük sorununu da zaten bu teşkil etmiyor mu?

Hiçbir zaman “demode” sayılamayacak bu temel ayrım, yani “emek-sermaye” , “demokrasi-faşizm”, “insan hakları-ceberut rejimler” karşıtlıkları söz konusu olduğunda, “solda mı sağda mı?” durulduğu nasıl olur da (isminde ‘Halk’ sözcüğü bulunan) bir siyasi partinin karar vermesi gereken bir şey sayılmaz?

Dünyanın ve ülkemizin tüm temel sorun başlıklarında, ekonomiden eğitime, sağlıktan dış politikaya, adaletten çevre sorunlarına kadar düzinelerle konuda bir siyasi partinin neyi temsil ettiği, politikalarını neye göre belirlediği, nasıl olur da “belirsiz, dumanlı, buzlu, sisli, bir gidip bir gelen” nitelikte seyredebilir?

Sermayeden mi emekten mi, kamucu mu yoksa özel sektörcü liberal mi, uluslararası kapitalist sermayeye entegre bir model mi yoksa öz kaynakları ve üretimini büyüterek geliştirerek bir büyümeden mi yana olduğuna karar verememiş bir parti, yönünü başka meselelerde nasıl olur da sağlıklı biçimde tayin edebilir?

Bu topraklarda demokrasinin temel sorunlarında, hak ve özgürlüklere ne kadar sahip çıkıldığında, insan hakları, farklı etnik ve dini kökenli vatandaşlara (nüfusları ve yoğunlukları ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun) bakış açısı, ana dillerinin kullanımı, dini özgürlükler ve ibadet etme, inanma, ya da inanmama özgürlüğü, laiklik gibi başlıklarda nerede durduğunu bir türlü belirleyememek, nasıl bir sorumsuzluktur?

İşte tam da bu ve bunun gibi temel konularda “programı, ilkeleri ve rotası” belli olmadığı içindir ki, CHP topluma kendisini bir türlü anlatamamakta, hangi kesime ya da kesimlere hitap edip oyunu alacağını bilememekte ve karar verememekte, o yüzden de sürekli hatalar yaparak bu ülkeye zaman kaybettirmektedir.

∗∗∗

Bugün bir belediye başkanının “Bu göçmenlerin alayını kapı dışarı edeceğim!.. Su bile vermemek lazım bunlara!..” mealinde konuşabilmesi, öbür gün bir başka başkan adayının “Seçilirsem filanca partiyi kapıdan içeri sokmayacağım!..” diyebilmesinin kökeninde tam da bu vardır.

Bir genel başkanın, kafatasçı milliyetçi ırkçı faşizan düşünceyi benimsemiş bir başka siyasi parti ile gizli protokol imzalayarak, “iktidar olduğunda en kritik bakanlıkları bile kendisine teslim edebilme” cesaretini (sorumsuzluğunu) gösterebilmesinin arkasında da bu yatmaktadır.

Anayasa’nın açıkça ve utanmazca ayaklar altına alınması, AYM kararlarının uygulanmaması, iktidarın güdümünde 3 - 5 yargıcın “anayasaya açıkça darbe” girişiminde bulunmasına karşı “3 günlük bir otuma eyleminin dışında, kitlesel bir başkaldırı örgütleyemeyen” bir genel başkanın varlığı tam da bu yüzdendir.

∗∗∗

Sermaye örgütleriyle, büyük iş ve finans çevreleriyle yüzlerce kez biraraya gelen CHP yöneticilerinin grev çadırlarından, kitlesel işçi eylemlerinden, kitlesel hak arama mücadelelerinden adeta “vebalı bir evden kaçarcasına” uzak durmaya çalışması da bundandır.

Ve tam da bu yüzden, CHP’li Burcu Köksal Hanımefendinin, Anadolu’nun bağrında bir kent merkezinde seçim otobüsünün üzerinden sarfettiği o meş’um sözler, asla bir “dil sürçmesi” değil, bu savrulmanın bu dağınıklığın ve rotasızlığın somut bir göstergesi, bu yönsüzlüğün bir tezahürüdür.

Sonra, kalkıp da şu ya da bu yöneticinin bu ve benzeri sözleri düzeltmek için binbir takla atmaları boşunadır.

CHP önce kendine bir rota bir yön, bir program belirlemek zorundadır.

Aksi takdirde, parti saflarını da birarada tutmakta zorlanmaya ve tabii “seçim üstüne seçim kaybetmeye” mahkûmdur.

Üzgünüm.

Gazeteci acı söyler.

Söylemelidir.