Dili sopalı

Bu deyimin nereden üretildiğini bulmak çocuk oyuncağı, sesi de benziyor zaten, ‘eli sopalı’dan! Ne yazık ki ‘eli sopalı’, ‘eli maşalı’ gibi deyimler hemen tümüyle kadınları aşağılamak için kullanılıyor ve toplumsal imgede de, kişisel imgelemde de hemen bir kadın figürü canlanıveriyor. Özellikle küçük kız çocuklarını, bebekliklerinden başlayarak ‘cadı’, ‘cadaloz’, ‘erkek fatma’, ‘eli sopalı’ filan gibi, sözüm ona, ‘överek sevme’yle ‘döverek sevme’nin hiç farkı yok bence. Dil aslında o çocuğu övmüyor, dövüyor ama, ne yazık ki hiçbirimiz bunu düşünmüyoruz.

Erkek çocuklar zaten eli sopalı olurmuş, sopa onların doğal bir uzantısıymış gibi algılandığı ve toplumda içselleştirildiği için, ‘eli sopalı’ kendiliğinden kadınlara yüklenen bir deyim olarak yerleşiyor. Dili sopalı da öyle. Daha düşünürken, şimdi de yazarken fark ettim ve şu soru geldi aklıma, başlığı okuyan kaç kişi acaba bu deyimi cinsiyetsiz olarak canlandıracak zihninde? Dil faşizmi, dildeki faşizm belki de tanısı kadar tedavisi de en zor olanlarından. Çünkü tıpkı faşizm gibi kendisine doğal bir ortam buluveriyor, sonra da insani olarak faşizme karşı olanlarda ve ideolojik olarak onunla savaşanlarda bile ağızdan, elden, kalemden kaçıveriyor!

Ingeborg Bachmann’ın her tekrarlandığında karşılığını daha çok bulan ve haklılığı daha çok kavranan “Faşizm, iki insan arasındaki ilişkide başlar” sözünün hatırlattığı da çokça bu değil midir? ‘Aba altından sopa göstermek’ dedikleri de dilinin altındaki faşizmi, ya da sopayı çıkarmak. ‘Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin’ deyiminin hoş görüldüğü, gülümsemeyle karşılandığı bir kültürden söz edince, ‘sırttaki sopa’ dile düşüyor ve ‘dili sopalı’ olarak sürekli tedavülde kalıyor.

‘İnsanı diliyle dövüyor’ derler dili şiddetli olanlar için. İnsan, hayvanı kırbaçla, tekmeyle dövüyor, insan insanı tekme tokat dövüyor, otorite ya da iktidar aygıtı ise cezayla, baskıyla, şiddetle, gazla, yasakla, hapisle, zincirle, kelepçeyle, tehditle, işsizlikle, yoksullukla, açlıkla, evsizlikle, soğukla, parasızlıkla dövüyor, adamları eliyle, sahipleri diliyle dövüyor. Vuran el acıyor ama, döven dil acımıyor belli ki! Vurduğuna, dövdüğüne değil elbette kendi eline acıyor, ama kendi dili dövüyormuş, sövüyormuş, parçalayıp bölüyormuş, ne gam! Acıyla beslenen acıyla besliyor. Daha çok söven, diliyle daha çok döven de hem kendisini haklı görüyor hem de bir zaman sonra toplumun ona hak vermesini sağlıyor. Nasıl oluyorsa! Böyle dediğime bakmayın, nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz. Biliyoruz ama…

Öyleyse burası tam da yeri “iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına” demenin! “Aramızda hiç günah işlememiş var mı?” sorusuna benzer biçimde, “dili sopalı olmayan var mı?” diye sormanın. Var mı? Eli sopalı, evi sopalı, köyü sopalı olanın dili zaten sopalı olmaz mı? Üstelik dilin, dil yarasının bunca bilindiği, işlendiği, söylendiği bir toplumda: “Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez” ya da “el yarası geçer, dil yarası geçmez!” Pir Sultan Abdal’ın darağacında söylediği unutulur mu? “Şu ellerin taşı hiç bana değmez/dostun bir tek gülü yaralar beni”. Gül yarası değil, dil yarası sayılır o da. Diliyle dövmek şiddetse, dilsizliğiyle, suskunluğuyla karşı çıkmamak da şiddeti onaylamaktır. Ve dili sopalı olmakla eşdeğerdir.

Eli sopalı olmak görünüşte bir güç göstergesiyken aslında güçsüzlüğün ta kendisiyse, dili sopalı olmak da öyle değil mi? Kayış dili. Çoğu kere ikisi de içiçedir, hem eli hem dili sopalıdır, eli sopalı olanın dili de sopalı olur. Dili sopalı olanlarsa eli sopalı olamadıkları, öyle görünmek istemedikleri için, sopayı el altından dil altına geçiriverirler. Böylece sistemin dili çalışmayı sürdürür. Ne çalışması mı? Azarlama, sindirme, küçümseme, aşağılama, tehdit etme, hedef gösterme, linç girişimi, korkutma, cezalandırma, acı çektirme, değersizleştirme, gözden düşürme, ötekileştirme, kutuplaştırma, itibarsızlaştırma, unutturma, yok etme, engelleme çalışması elbette.

Dili sopalı hale getirme çalışması nerede, ne zaman başlar ve kim tarafından başlatılır diye merak eden varsa, bir sürprizle karşılaşmayacaktır. Adres bellidir. Aile, okul, toplum, mahalle baskısı, ataerkil düzenler, baskı rejimleri, insan hak ve özgürlüklerinden yoksunluk, yoksulluk, eşitsizlik, fanatizm, ırkçılık, faşizm, gericilik, medya, ahlakçı öğretiler, ideoloji, sistem ve devleti ele geçiren güç odakları, iktidar, otorite…

Hepsi bu değil elbette, ama Bachmann’ın sözlerini de unutmak olmaz. Tıpkı faşizm gibi, dili sopalı olma eylemi de önce iki kişi arasında başlar. Üstelik tam da bu konulara kafa yoran, düşüncesinde, yazısında, konuşmasında bu dili ‘şiddet’le eleştirenler arasında başlar. Nedeni açıktır aslında. Eli sopalı olmadıkları, olamayacakları, dünya görüşleri, ahlak anlayışları, insan sevgileri buna izin vermeyeceği için, birbirlerine çoğu kere ellerini kaldırmazlar ama, dil işte, ağızda durduğu gibi durmaz ne yazık ki, harekete geçer, saldırmaya başlar. Dil saldırısını yabana atmak ne mümkün! Entelektüel ya da okuryazar oldukları için, ağızlarının da bol bol laf yapacağını, sözcük sıkıntısı çekmeyeceklerini, kelime oyunları da yaparak birbirlerinin canını iyice acıtacaklarını da tahmin edebilirsiniz. Sadece iki okuryazar arasında mı, hayır. Solun daha güçlü olduğu eski yıllarda sol siyasetler arasındaki tartışmalarda da bunu canlı olarak görebilir, bu terminoloji, literatür ve lügat zenginliği karşısında da, madem dilden konuşuyoruz, şaşkınlıktan küçük dilinizi yutabilirdiniz!

Sol, 80’den sonra dilimizi yuttuğumuz ve çok sopa yediğimiz için ‘dili sopalı’ olanlardan sayılmıyor ama, biraz kafayı kaldırıp ağzımızı açabilsek, hiç kuşkunuz olmasın, kaldığımız yerden değil daha üst perdeden bile devam edebiliriz! Sola da bulaşan bu saldırgan dilin kaynağında entelektüalizm hastalığının da payı olmalı. Tıpkı liberalizmin de sola bulaştığı gibi. Yeni bir öngörü ise yeni bir içgörüyle olası. Ama eski gibi görünen, modası geçmiş gibi duran kimi yaklaşımlar, sözler de insanın dilini, kendini yenilemesinde, dönüştürmesinde çok etkili olabilir. Demek ki her koşulda ‘eline, beline, diline’ anlayışını yaşamak ve yaşatmak gerekir.

(Yazma önerileri: Ç: Çöpsüz Üzüm, Çirkin Kral, Çapsız Çapkın, Çiçeği Burnunda…
D: Doğrucu Davut, Dert Küpü, Delisi Dışarda, Deli Divane, Deli Saraylı…)