Tarih bir günde yazılmıyor, toplumlar bir günde şekillenmiyor. Kimse bir günde akıllanmıyor ya da cahil kalmıyor. Uzun soluklu ihmaller, görmezden gelmeler, umursamalar ve göz yummalarla bir yere gelinebiliyor.

Malum bizim memlekette kural, kanun, anayasa ve diğer toplumsal normlar sadece gücü yetmeyene çalışıyor. İmkanınız varsa bir yüzükle başlayıp gemicilkere, oradan da filolara sahip olabiliyorsunuz. İmkanınız varsa devasa vergi borçlarınız tek kalemde sıfırlanıyor, davalardan yırtıyor ve kanunlardan azade olabiliyorsunuz. Sistemin en altından en tepesine kadar ince ince boşluklardan sızan bu kural kanun tanımazlıklar, bir ağacın kökü gibi toplum değerlerini zaman içinde orta yerinden çatlatabiliyor. Ne kadar şımarık olduğunuza göre kazancınız da değişiyor.

∗∗∗

Son günlerde tekrar zombi gibi mezarından çıkıp da etrafın beynini yemeye niyetlenen bir zombi gibi dolandırılma haberleri gün yüzüne çıkmaya başladı. İnternet fenomenleri kafalayabildiklerini kafalıyor, bankacılar kandırabildiklerini söğüşlüyor, kara paralar tertemiz bir biçimde pırıl pırıl aklanıyor. Tabii hepimiz de birden bire ayyuka çıkan bu mekanizmalara şaşırıyor, hayretler içinde kalıyor.

Bir yanda ülkenin en ünlü simaları milyonlarca dolarını ona buna kaptırırken aslında nedense bu “paradan para kazanma” davranışı kimseye tuhaf gelmiyor. Oysa ki dolandırılmanın temelinde, ünlü dolandırıcı Sülün Osman’ın da dediği gibi hep birilerini dolandırıp daha çok kazanmak isteyen bir açgözlülük, bir doyumsuzluk yatıyor. Herkes bir günde ünlü olmak istiyor, herkes bir günde zengin olmak istiyor. Peki bir günde zengin olmak isteyenin hiç mi suçu yok? Parasına olmayacak bir kazançla ikiye üçe katlamak isteyenlerin elleri armut mu topluyor acaba?

∗∗∗

Son 20 yılda yaşadığımız düzensizlikten doğan bir kaosun içinde, her şeyin keyfi idare edildiği bir yerde, herkesin içindeki hırsız, kapkaççı ya da kanun kaçağı da ağır ağır açığa çıkıyor. Bir yanda yavaş yava; içi para dolu çantaları bulup polise teslim edebilen bir ahlaka “kötü gözle” bakan “vay keriz vay içi para dolu çantayı teslim etmiş” diyenlerimiz günden güne artıyor. Çünkü kuralın olmadığı yerde kuralsızlık yazılı olmayan bir orman kanunu gibi dikiliveriyor.

Vatandaşı olarak da bolca dolandırıldığımız, bolca kandırıldığımız, verilen sözlerin tutulmadığı, aksine tam tersinin yapıldığı bir ekosistem içindeyiz. Deprem için toplanan vergiler, ileride çökecek, fizibilitesinde sorunlar olan, coğrafyayla ve doğayla alakası olmayan yollara gidiyor. Bir yanda dere yataklarına her türlü uyarılara rağmen ısrarla yapılan “lüks” evler, gün geliyor sular seller altında kalıyor. Gün geliyor yüksek perdeden “Ben bi daha kendisiyle görüşmem” denen kişilerle tek tek tokalaşılıyor, tekrar arkadaş olunuyor. Bize ne denirse tam tersi oluyor her gün.

“Hayatta vermem” denilen insanlar bir telefonla serbest kalıyor, Anayasa’ya uyulmuyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne el kol sallanıyor. Bunlar olurken gücü yetenler de hiçbir şeyi sallamıyor. İşte böyle sallaya sallaya, sallama bir hayat içinde buluyoruz kendimizi. Büyük İstanbul depremi geldiğinde de büyük ihtimalle “Bu büyük bir doğal afettir, vatandaşlarımızın yaraları hemen sarılacak” derler. Aynı daha önce yaşadığımız Marmara ve 6 Şubat depremleri gibi.

∗∗∗

Bu yaşadığımız kuralsızlık hayatımızın her anında karşımızda oysa ki. Gün geliyor trafikte sıra beklemeyip önümüze giren bir araç; gün geliyor, yasak olmasına rağmen çakarlı bir spor araç olarak emniyet şeridinden hızla yanımızdan geçiyor; gün geliyor kanuna kurala aykırı olmasına rağmen “Haydi bu sene bir tane daha MTV alıyoruz araç sahiplerinden” diyerek üzerimizden geçiyor.

Peki yıllar içinde yetiştirdiğimiz ve büyüttüğümüz bu kaosu nasıl düzene sokacağız? Kötülükten iyiliğe nasıl yol alacağız? Büyük ihtimalle iyilik ve doğruluk yoluna girerken de bir konvoy gelecek ve yolumuzu kesecek, biz de yola çıktığımızla kalacağız.

Hayat zor, kanunsuz kuralsız bir hayat daha da zor. Soran olursa dış güçler deriz. Bir de beni bakanla tek çekin.