Ne güzel, tam da kısa film yapmaya uygun bir zaman yolculuğu öyküsü yazmaya başlamıştım

“Roma Yağması ve İsa’nın Çarmıha Gerilişi: 1598 dolar. İki haftalık ‘Karanlık Çağlardan Aydınlanmaya’ turu: 2.100 dolar (tüm yemek ve bahşişler dahildir)”

Ne güzel, tam da kısa film yapmaya uygun bir zaman yolculuğu öyküsü yazmaya başlamıştım (1960’ların yemyeşil İstanbulunda, Levent’te yeni yapılmış bir villada yaşayan Recep’in hikâyesi... Sonra adamın aslında 2033’te müteahhit olarak çalıştığını, zaman makinesi sayesinde her gün 2033’e gidip zaten perişan durumdaki İstanbul’u daha da mahvedecek yeni inşaat projeleri hazırladığını, mesai bitimindeyse 1960’ların huzurlu akşamlarına dönüp keyif çatışını anlatacaktım) ki, benim kurguladığıma benzer ama ondan daha güzel, e-posta adreslerine yukarıdaki gibi reklam mesajlarının düştüğü bir öyküyle karşılaştım. Karen Haber’ın 1990’da yayımladığı ‘3 Rms, Good View (Üç Odalı, Manzaralı)’ adlı öyküde insanların portatif zaman makineleri yardımıyla istedikleri zamana gidebildiği, 21. yüzyılda çalışıp 20. yüzyılda –ya da isterlerse daha öncesinde- rahatça yaşayabildiği bir dünya anlatılıyor: “Büyükannem son on yıldır 1962’de yaşıyor. Amerika’nın en güvenli ve bir ülke olarak kendine en çok güvendiği yılın 1962 olduğunu söylüyor. Bilgisayarların olmadığı bir dünyanın huzur ve sessizliğini seviyor... Kardeşim burnuna, dudağına ve kaşına piercing taktırabildiği, kafatasına kırmızı-siyah dairelerden oluşan bir dövme yaptırabildiği için 1997’de yaşıyor... Annem 1984’ü tercih ediyor; her zaman tuhaf bir mizah duygusu vardı zaten.”

Benim öykümdeki karakter (Recep Sancaktaroğlu) henüz otuzlarında olmasına rağmen babasının iktidar ilişkileri sayesinde inşaat işinde hızla ilerlemiştir. Yüksekliği 10 katın altındaki binaların yerini tespit etmekte, imar durumu ve daire sahiplerinin her türlü kişisel bilgisini içeren dosyaları gökdelen projeleriyle birlikte Başkanlığa (TOKİ’ye değil, doğrudan Başkanlığa) göndermektedir. Recep’in ofisinin bulunduğu Birinci Levent’teki 82 katlı gökdelen, aslında her gün 1960’lara dönüp keyif yaptığı evin –dünyada kendini gerçekten huzurlu hissettiği tek yerin- arazisine 2023’te dikilmiştir. Hem varoluşuyla hem de ‘kentsel dönüştürüm’le böyle tuhaf bir sado-mazo ilişki yaşayan Recep, ‘60ların sonunda bir gün, Recep Tayyip adlı bir gençle tanışır. Bu, 40 yıl sonra doğduğunda babasının kendisine ismini vereceği kişidir. Recep tuhaf bir ikilemle karşı karşıya kalır: “Eğer bu genç adamın gelecekte yapacağı şeyleri önlersem, İstanbul’u, Levent’i, yemyeşil bahçesiyle huzur bulduğum evi koruyabilirim.”

Öte yandan, varlığını tamamen Recep Tayyip’e borçlu olduğunun da farkındadır; babası bu adamın yanında zenginleşecek, Recep bu adam sayesinde inşaatçı olacak, sefaletten kırılan milyonlarca yurttaşın varlığından haberdar bile olmadığı zaman makinesini kullanmak için gereken inanılmaz miktarda paraya bu adam sayesinde ulaşacaktır.

Şimdi Recep ne yapacak?
Ne yazık ki ben de bilmiyorum; dersler yüzünden öyküyü kurma işine ara vermiş, hatta tamamen aklımdan çıkarmışken Karen Haber’ın hikâyesiyle karşılaştım, eh, biraz hevesim kaçtı. Sanırım bundan sonrasını okuyucuya bırakmak en doğrusu olacak.

Üç boyutlu fiziksel yaşam alanlarımızı işgal etmekle yetinmeyip dördüncü boyut zamanı da hem ileri hem de geriye doğru –Osmanlıca 2023’e doğru- parsellemeye çalışan acayip bir akıl ve insanlık düşmanlığının iktidarında doğup serpilen Recep, sizce ne yapacak?