Dışarıda sürekli rüzgârın ve dalgaların sesi. Balıkçılar kahvesi, dünyanın ucunda bir yerdeymiş hissi veriyor, az ilerisi dünya değilmiş gibi. Belki de dünyadaki herkes, dünyanın ucundaymış gibi yaşıyordur. Okumalarımda karşıma sık sık çıkan eleştiri ya da şikâyet, toplumların sessizliği ya da insanların pasifize olma halleriyle ilgili. İnsanların pasifize edilmeleriyle neoliberal politikalar, sosyal medya, dijitalleşme, toplumsal çözülme arasında ilişkiler kuruldu ama belki de pandemi bütün bu etkileri yoğunlaştırmaktan daha fazlasını yapmıştır. Ama çoğu kişi artık pandemi hakkında ne bir şey duymak, ne de düşünmek istiyor. Bu muhtemelen pandeminin toplumları travmatize etmesiyle ilgili. Dünya böylesine geniş çaplı ve uzun süreli bir izolasyonla karşı karşıya kalmamıştı.

DEHŞET

Freud 'Haz İlkesinin Ötesinde' adlı kitabında, çaresizlik duygularına karşı etkin bir biçimde harekete geçemediğimizde travmatize olduğumuzu yazar. Sadece bir savaş ya da doğal felaketle karşı karşıya kalmış olmak kişiyi travmatize etmesi için yeterli değildir; yaşadığı olaya kaygılanma kapasitesi yetersizse ve hazırlıksız yakalanmışsa, yaşadığı dehşet nedeniyle aşırı uyarılmış ve çaresiz hissetmişse... Bu açıdan, Zizek'in tespitiyle "evde kal" denilerek herkes pandemi tarafından işaretlenmişti, yani hastaneye kaldırılmasalar da travma mağduru oldular, çünkü çaresizce sokağa çıkmayı beklediler. Bilmedikleri çok kötü bir şey oluyordu dışarıda. Bu durumu inkâr eden, abartıldığını düşünen ve protesto edenler de oldu ama yine de sınırlı bir düzeydeydi. Freud, travmatize kişilerin kaygı dolu rüyalarını, kaygıyı geriye dönük olarak yerleştirme olarak açıklar kitapta, çünkü dehşet duygusunda kaygı yoktur. Kaygı kişiyi olaya hazırlarken, dehşette ise sadece hazırlıksız yakalanmış olmanın getirdiği çaresizlik vardır. Kaygı bozukluklarındaki artışın, bu hazırlıksız yakalanmayla, medyanın dehşet duygusunu körüklemesiyle bir ilgisi olduğu açık.

BEDEN

Merleau-Ponty, dünyanın bedeni, bedenin de dünyayı şekillendirdiğini yazmıştı 'Algının Fenomolojisi'nde. Pandemi, dünya ile beden arasındaki ilişkiyi kalıcı bir biçimde değiştirmiş gibi gözüküyor. Pandemi, "evde kal, güvende kal" sloganıyla bedenleri ev sınırlarına ve kamera görüntülerine hapsetmişti. Fiziksel veya fantezi gerçekliğin protezleri olan küçük ekranlara sıkışan hayatlar, zaten yaygın bir krizin içinde olan gerçekliğin daha da bozulmasına yol açtı. Bu bozulma yeme bozukluklarıyla, aşırı egzersizlerle, abartılı sağlıklı yaşam takıntısıyla, ekran bağımlılığıyla, yalnızlık ve paranoyayla aldı başını gitti. Belki şimdi kimse pandemiden konuşmuyor ya da konuşmak istemiyor ama arka planda etkisi devam ediyor. Kitleleri içine alan pasifliğin pandemiyle ilişkisi ilerleyen yıllarda epeyce gündemimizi işgal edecek gibi görünüyor.

SÜPEREGO BASKISI

Belki çoğu kişi farkında değil ama savaşlar ya da popülist politik figürler gerçek hayatta değil de küçük ekranlarda yaşanan bir şovun parçası gibi algılanır oldu. Ya da gerçek hayat artık devasa bir TV şovuna dönüştü. Pandemide, sağlık çalışanları gibi ön saflarda olmayanlara her yerden evde kal denilince, süperego baskısı hafiflediği için herkes kendisini oyuna, diziye, filme, yemeye verdi ve süperego baskısı olmadan yaşamaya alışıldı; dünyada olup bitenler karşısında bir sorumluluk hissetmemek kolaylaştı. Pandeminin içe dönüşü kolaylaştıracağı, insanların hız yanılsamasından kurtulup başka şeyleri fark edeceği konuşulurken, pandemi sonrasında yaşanan savaşlar, popülizmin hız kazanması, ırkçılık ve şiddetin yükselmesi düşündürücü.

Dünyanın ucunda olma hissi, belki de görülmemeyle ilişkilidir. Küçük ekranlardan hayatı izlerken, hayatla ilişkimiz tek yönlüdür, izlediğimiz şey bizi görmez, umursamaz. Lacan'a göre bakış hem bakmanın aktif zevkini, baştan çıkarıcılığını, hem de görülmenin memnuniyetini taşır. Ama bu ilişki tek yönlü olduğunda kişi sadece izleyerek arzu nesnesine karşı mazoşist bir konumda yer alır, bu eksiklikle yabancılaşır. Çünkü herkes görmek ve görülmek ister, yani varlığının onaylanmasını, tanınmayı. Bu olmadığında pasifize olur ve yabancılaşır. Örneğin telefon bağımlılığı eksik olanın kaygısını maskeleyen bir arzudur öncelikle.