Durgun bir huzursuzluk sarmış her yeri. Durgun olmasa daha iyi, ama insanlar öyle bir görünmezlik sisi içerisinde kalmış ki, adalet yoksunluğu öyle bir noktaya gelmiş ki… Durgun huzursuzluk, şimdiki zamanın kaybıyla ilgili. Kaygı yükü insanı geçmiş ile gelecek arasına sıkıştırırken şimdiki zaman da ellerimizden kayıp gidiyor.

Durgun huzursuzluk, her an her şey olabilir ve olacak şeylere etkisi olunamayacağı inancından beslenir. Savaş mı çıktı,? Bir öğrenci ihmal sonucu asansör faciasında mı öldü? Her şeye zam mı geldi? Birileri pazarda yerden sebze meyve toplarken, birileri de metrelerce uzunlukta paralar mı takıyor düğünlerde ya da kahvesini altın karıştırarak mı içiyor? Buzullar mı eriyor, doğal felaketler mi yaşanıyor? Her şeye durgun bir huzursuzluk eşlik ediyor.

DEĞİŞEN ÖZNE

Bu durum Badiou'nun seminerlerinde dile getirdiği gibi değişen özneyi işaret ediyor. Hayal kırıklıkları, sosyo ekonomik şartlar, dijitalleşme ve daha pek çok etken bizi bu noktaya getirmiş olabilir. Ama geçmişin ve geleceğin şimdiki zamanda eriyip kaybolması, şimdiki zamanı, hatta zamanı algılayışımızı deforme edip insanları dünyasız bırakıyor. Belki de bu yüzden çoğunluk kimsesiz ve bir yere ait hissedemez oldu.

Badiou gibi düşünürlerin iddia ettiği gibi şimdiki zamanı yeniden inşa etmeden dünyalı olamayacağız. Bu inşa geçmişe ve geleneklere kapılarak ya da sürekli yeninin peşinden koşarak gerçekleşmez. Sürekli yenilikten ve değişimden bahseden politikacılarla geçmişe methiyeler düzenler benzer bir yabancılaşma içindeler aslında. Neyin değişimi ya da yeniliği, neyin geçmişi? Geçmişi reddederek, yani yok etmeye çalışarak ya da geleceği ve yenilikleri zararlı ilan ederek şimdiyi yaşayamayız. İnsanlık bu iki yolu da bugüne kadar bir proje olarak denedi ve başarılı olamadı, kapitalizm ise geçmişi ve geleceği şimdinin içinde eriterek bir yol açtı kendisine ama bu defa insanları iki kat yabancılaştırarak kimsesiz, mutsuz ve ruhsuz insanlardan oluşan bir dünya tehlikesiyle baş başa bıraktı. Milyonlarca insan antidepresanlarla hayata tutunmaya çalışıyor, yalnızlık toplum sağılığını tehdit eden bir salgın gibi algılanır olduğu için İngiltere'de yalnızlık bakanlığı bile kuruldu,

ŞİMDİ

Bunları yazarken balıkçılar kahvesindeydim. Son zamanlarda sık sık elektrikler kesilir oldu. Kahvenin sahibi Osman Abi, öyle ışıldak filan kullanmayı sevmez, gaz lambasını yakar hemen. Yine öyle oldu. Gaz lambası birden şimdiye döndürdü beni, şimdinin geçmişle gelecek arasındaki o boşluğuna. Dışarıdan dalgaların ve rüzgârın sesi daha net geliyordu. Zamanın akışını daha net hissediyordum. Keşke bütün dünyada birkaç günlüğüne, ameliyathane gibi yerler hariç, elektrikler kesilse. İnsanlar gaz lambası ya da mum gibi benzer şeylerin etrafında toplanıp ya da tek başlarına bir durup titreşen alevle zamanın geçişini hissedebilseler... Böyle bir durum, şimdiyi yaşayanlarda bir artışa neden olur muydu? Yoksa, bazı dizi filmlerdeki fantezilerde olduğu gibi cinayet ve hırsızlıkta bir artış mı olurdu elektrikler kesilince? Bu başka bir konu. Kendi hayalimde ancak o zaman şimdiyi yakalayabiliriz gibi geliyor. Bir başka yol da, Mallerme'nin Paris Komünü hakkında yazdığı bir denemede dile getirdiği gibi kalabalıklar kendilerini ilan ettiklerinde şimdi ortaya çıkar. Gezi'de bu görülmüştü, zamanın akışı doğal hızına kavuşmuş, geçmiş ve gelecek arasındaki bağ ortaya çıkmış ve Gezi'ye katılan herkes kendisini daha fazla bu dünyaya ait hissetmişti. Mallerme'nin 'L'Action restreinte' adlı denemesinden Badiou'nun 2004-2007 yıllarına ait seminer notlarının yer aldığı 'Images of the Present Time' adlı kitabı sayesinde haberim olmuştu.

Gaz lambasının ışığı, şiirsel bir atmosfer yaratmıştı balıkçılar kahvesinde. Şiiri hatırlamak için de 'şimdi' gerekir.