Eylülü geride bırakırken yeni bir aya, yüksek enflasyon- yüksek dolar kuru-yüksek faiz ve elbette yüksek işsizlik eşliğinde giriyoruz

Eylülü geride bırakırken yeni bir aya, yüksek enflasyon- yüksek dolar kuru-yüksek faiz ve elbette yüksek işsizlik eşliğinde giriyoruz.

AKP’nin ekonomik modelini üç ayaklı bir tabure üzerine oturttuğunu düşünürsek, bu ayakları faiz-kur-enflasyon olarak tanımlayabiliriz. Dünya ortalamasının üzerinde bir (ı) faizle küresel piyasalardan para çekecek, bu sayede düşen (ıı) döviz kuruyla özel yatırımlara ucuz kaynak oluşturabilecek, ulusal ekonominin en stratejik alanlarından sanayi üretiminin bile bu kanalla çarkını döndürebilecek, bu çarkların dönmesiyle iç talebi canlı tutabilecek ve büyüme sağlayabilecekti. Bu büyüme serüveninde (ııı) enflasyon da Merkez Bankası tarafından ‘hedefleme’ yoluyla baskı altında tutulabilecekti. Bu senaryonun bir dönem hayata geçirildiğini söylemek mümkün. Fakat hayata geçirildiği dönemde bile tam işlemediğini, örneğin MB’nin enflasyonu kontrol altına alamadığını, kurdaki oynaklık sonucunda yükselen borç riskinin yüksek faiz cazibesinin önüne geçtiğini görüyoruz. Bununla birlikte iç ve dış politikada siyaset tıkandıkça ve borçların finansman riski daha büyük bir tehdidi gündeme getirdikçe, zaten bütünüyle 11 yıl boyunca tekleyen bir ekonomiden bahsediyoruz. Bu arada ekonominin her teklediği veya yavaşlama eğiliminde olduğu noktalarda öncelikle taşeronlaşma gibi girişimlerle işgücü maliyetlerine göz dikildiğini ve küresel sermayenin seçeneklerini çoğaltmak adına kamu varlıklarının talanına, kentsel yağmaya ve özelleştirmelere dayalı bir inşaat furyasına AKP’nin nasıl asıldığını da atlamayalım.

 

ŞEYTAN ÜÇGENİ

Bu modelin kaçınılmaz sonuçlarından biri de cari işlemler dengesindeki bozulma ve büyüyen dış borçlardı. Ekonominin kırılgan noktaları buralarıydı ve çevrilebilir oldukları sürece ekonomi de sürdürülebilir hale gelebilirdi. Buradaki kilit nokta ise dolar kuru ve dış ticaret dengesidir.

Dolar, 31 Ocak’tan bu yana en yüksek olan 2,29 seviyesini dün itibariyle aştı. Dış ticarette ise, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış halde bir önceki aya göre ağustosta ihracat ,5 ve ithalat ise % 4,3 daraldı. Takvim etkilerinden arındırdığımızda önceki yılın aynı ayına göre ihracatın %3,2, ithalatın ise %1,2 azaldığını görüyoruz. Ortada büyüyen bir açık var. Bu açık neyle finanse ediliyor? Dış borçla. Dış borç neyle ödeniyor? Dolarla. Dolar kuru kaç? 2,29!

Ekonominin bir bacağını oluşturan dış dengenin daha da bozulması ve finansmanının oldukça zor hale gelmesiyle artık sürdürülemez hale geldiğini bugün net bir şekilde söyleyebiliriz.

Gelelim diğer göçük noktasına. Hepimizin yakından izlediği gibi zamlar başladı. Elektrik Mühendisleri Odası’nca yapılan açıklamaya göre doğalgazda zam oranı Eylül 2011 fiyatlarına göre %67,7, Mart 2012’ye göre% 45,8, son zamdan önceki Eylül 2012’ye göre ise %21,5 düzeyinde bulunuyor. Konutların elektrik fiyatlarına bu zam yüzde 9 yansıyacak ve bu enerji girdilerini kullanan sektörlerde yeni fiyat artışları olacak. Buna ilaveten, hemen hemen tüm dünyada gıda fiyatları düşerken bizde ’e yaklaşan gıda enflasyonuyla son 4 yılın zirvesinde duruyor. Kısaca en pahalı enerjiyi ve gıdayı tüketiyoruz. Öte yandan bu pahalılaşan yaşamla muhatap olan büyük bir çoğunluğun yoksulluk sınırı altında açlıkla yüz yüze bir yaşam sürdüğünü de biliyoruz. Reel ücretler geriliyor, borçlar artıyor, eğitimden sağlığa her şey paraya bakıyor. AKP yönünden bakıldığında ise rekor düzeye gelen enflasyonun varlığı, iç talebi de tıkanma noktasına sürüklüyor. Bu da hız kesmiş ekonomide başka bir göçük noktasını oluşturuyor. Ranta dayalı ekonomide işgücü maliyetlerini sermaye aleyhine çeviremeyeceğini, çevirirse zaten riskli hale gelmiş ekonomide sermayeyi daha da ürküteceğini bildiğinden ücretlerde iyileştirmeyi ihtimaller arasına bile getirmiyor. İç talebi canlandırma dürtüsüyle taşeronlaştırma yöntemine gidiyor, kısa vadede alım gücü yaratıyor ama uzun vadede gizli işsizliğin daha da yaygınlaşacağı düzeni inşa ediyor.

Son göçüğün ise mali piyasalarda faiz üzerinden oluştuğunu söyleyebiliriz. MB faiz konusunda hareket edemiyor. Aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık misali. Can simidi olarak göreceği bir kaynağı çekmek için faizleri artırmak istediğinde, borçla yaşayan hanehalkının ve özel sektörün artık iflas bayrağını çekecek noktaya geleceklerini biliyor. Zaten halihazırda şantiye alanına dönmüş kentlerde süren inşaatların durma noktasına gelmesi ihtimalini göze dahi alamıyor. Buraları canlandırmak için faizleri zerre kadar düşürmeye kalktığı anda, bu kez de ABD ve Avrupa’daki gelişmelerle zaten ayağını kesmeye başlayan sermayeyi kaçırmış olmanın düşüncesi bile onun için oldukça ürkütücü.

Gelinen noktada, 11 yıllık bilançoyu önümüze koyduğumuzda, bu bilançonun toplumsal maliyetinin işsizlik ve yoksullaşma boyutlarıyla oldukça karanlık olduğu ortada. Fakat bundan sonra bu maliyetlerin katlanacağı da bir o kadar net. AKP, 11 yıldır inşa ettiği rejimin önemli bir bileşeni olarak gördüğü ekonomiyi yeniden hayata döndürmek için elinden geleni yapacaktır. Yani devletin tüm olanaklarını- zor gücü de dahil- seferber etmekten kaçınmayacaktır. Yaşamın kendisini hedef alan bu seferberliği görüp, buna karşı bir direniş mevzisini şimdiden oluşturmak bugünün en önemli sorumluluğudur- bu herkesin sorumluluğudur.