2024 yılı sınıf mücadelelerinde yeni bir dönemin başlatıcısı olabilecek dinamikleri de içinde taşımaktadır. Nesnel koşullar böyle. Öznel koşullar ise hazır değil.

Ekonomide durum: Olumsuz

Başlıktan yola çıkılarak birçok soru türetilebilir. Hangi bakımlardan olumsuz? Kimler için, hangi sınıflar için olumsuz? Özellikle emekçi sınıflar açısından olumsuzluğun boyutu nedir? Kamu ekonomisi açısından durum nedir ve nasıl gelişecektir? Sorular çoğaltılabilir.  

Plan-Programlar-Bütçe: İyimserliğe Kapı Açılmıyor 

Önce resmî belgelere bakmak ve 2024’ü aşan hedeflerini de dikkate almak gerekir. Genel saptamalar yapalım: 

■ Resmî belgelerin tümü Şimşek-Erkan takımının damgasını taşıyor. Özellikle Orta Vadeli Program (OVP 2024-206) ile 12. Kalkınma Planı’nı (2024-2028) kastediyoruz. 2024 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi ile 2024 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı belgeleri bunlarla bağlantıdır. 

■ Şimşek-Erkan takımı bilindiği üzere IMF tarzı politikaların uygulayıcıları olduklarından, ufuklarında istikrar programından başkası bulunmuyor. OVP dönemi açısından bu durum adeta kesindir, çünkü bozulan ekonomik dengelerin ancak orta vadede düzene sokulabileceği varsayımına dayanmaktadır. 

■ Peki ufku beş yıla uzanan 12. Plan açısından durum nedir? En azından artakalan son iki yılda yani 2027 ve 2028’de olumlu yönde bir yapısal dönüşüm programı öngörülüyor mu? Ne yazık ki Plan metni bu konuda hiçbir umut vermiyor. Üç temel sektörün, sanayi, tarım ve hizmetlerin GSYH içindeki katma değer paylarına bakıldığında, 2022-2028 sürecinde adeta dondurulmuş bir yapı resmediliyor. Yani sanayileşme gündemde yok. 

■ İstikrar programının en sert uygulamasının 2024-2025 yıllarında yaşanacağı anlaşılmakta. Sıkı politikaların iki ayağı var: Sıkı para politikaları (cari faizleri enflasyonun üzerinde tutacak bir enflasyon hedeflemesi) ile sıkı maliye politikaları (vergiler ve kamunun denetimindeki fiyatlar enflasyonun üzerinde artarken, kamu harcamalarıysa özellikle yatırımlar, toplumsal hizmetler ve sosyal yardımlar yönünden kısılacak). Türkiye benzer IMF programlarını daha önce iki kez çok sert biçimde yaşadı: 1980’lerde 24 Ocak Kararlarıyla; 2000-2008 döneminde (2015’e kadar da yansıyarak) gene IMF-AKP ortaklığıyla (içerde Şimşek-Babacan’ın başrolde olduğu bir süreçte). 

■ Peki OVP (2024-26) ile öngörülen istikrar hedeflerine ulaşılabilir mi? Buna iki türlü yanıt verilebilir: Bir, Dünya konjonktürünün uygunsuzluğu, ekonomik/mali dengelerin fazla bozulmuş olması, hesapta olmayan toplumsal tepkiler, bir anayasa referandumunun gündeme gelebilmesi gibi nedenlerle programdan önemli sapmalar olabilir. İki, her şeye rağmen uygulanır hatta 2026’da tek haneli enflasyona da düşülebilir ama o zaman da gerçekten acı ilaç emekçi kitleleri çok zorlar. Başarılabilmesi için rejimin toplumsal zorlama aygıtlarının (kolluk, yargı ve bir tahakküm aracı olarak din baskısının) aşırı dozda kullanılması gerekebilir. Bu da rejimin sermaye yanlısı karakterinin kitlelerin gözünde iyice açığa çıkmasına ve meşruiyetinin daha fazla sorgulanmasına, ideolojik tutkalının zayıflamasına yol açabilir. Göze alabilirler mi? 

Bölüşüm İlişkilerinin Asıl Belirleyicileri: TÜİK ve Asgari Ücret Tespit Komisyonu 

Bu kurumlar, esas olarak birincil bölüşüm ilişkilerini ilgilendirir. Ama bütçelere olan yansımaları bakımından ikincil bölüşüm ilişkileri üzerinde de önemli etkilere sahipler. TÜİK siyasi iradeden tamamen bağımsızlaşmış bir kurum olabilse, belki buraya dahil etmeye gerek kalmaz, somut durumun verilerini bilimsel tarafsızlıkla yayınlamaktan öte etkisi yok denilebilirdi, ama öyle değil. Hem yayınladıkları ve hem de yayınlamadıkları bakımından. Bu arada TÜİK, mahkeme kararına rağmen ayrıntılı enflasyon verilerini açıklamayarak sistemdeki genel kanunsuzluğa ortak olmakta.  

TÜİK ve Asgari Ücret Tespit Komisyonu Saray yönetiminden bağımsız değiller. Saray yönetimi de iç ve dış sermayeden bağımsız değil. Demek ki borusu ötenler kolayca teşhis edilebilir. Sermaye her zaman sahnenin önünde yer almasa da sahnelenen oyunun senaristliğinden suflörüne kadar her taşın altında var. Bu arada istikrar programına ve kalkınma planına uluslararası sermayenin/uluslararası finans kuruluşlarının seyirci kalmadığı da akılda tutulmalı. 

Asgari ücretten sonra aralık ayı enflasyon verilerinin açıklanmasıyla, memuru, TİS’e tabi işçiyi ve çeşitli emekli kategorilerini ilgilendiren ücret artışları da belli oldu. Emekliler arasındaki maaş makasını açacak yeni bir süreç de başlamış oldu. Eğer asgari ücrette temmuz ayında enflasyona göre bir düzeltme yapılmazsa, bu defa asgari ücret ve civarında ücret alanlar ile memurlar ve TİS’e tabi işçiler arasında da yıl ortasından itibaren farklar açılmaya başlayacak. Asgari ücretli ordusunun büyüklüğü dikkate alındığında bunlar kolay geçiştirilecek çelişkiler değil. Seçim gündemi olmasa da (ki iktidarın anayasa değişikliği gündemi canlıyken yeni bir referandum olasılığı yok sayılamaz) siyasal/toplumsal dinamikler her an planlanan senaryoyu değiştirebilir. Mesele bunun ne kadar biçimsel ne kadar esasa dair olacağıdır. Sistemi kökünden sarsmayan etkiler daha kolay karşılanabilir; asgari ücretin ikinci kez ayarlanması bunlardan biri olabilir. Bizce bu olasılık hafife alınamaz; çünkü Mayıs-Haziran’da yüzde 75’lere vurmuş bir enflasyon, iktidarın “Temmuz’dan sonra enflasyonda iniş eğilimi başlayacak” avuntularıyla geçiştirilemeyecektir. Sendikalar üzerindeki baskılar da büyüyecektir. 

SONUÇ: HER ŞEY SATILIK

2021 sonrasındaki Tayyip ekonomisi seçimleri kazanmaya endeksliydi. Amacına da ulaştı. Ama geride büyük bir hasar bıraktı. Daha az ekonomik-mali hasarla da amaca ulaşılabilirdi ama işi şansa bırakmak istemediler. Haziran 2023’ten itibaren hasar onarım ekiplerine işbaşı yaptırıldı. Aslında Altılı Masa’nın da farklı bir vizyonu, örtük bir IMF programının dışına çıkabilecek ekonomi kadroları yoktu. Hatta, şeffaflık, hesap verilebilirlik, ekonomik düzenleme kurullarına özerklik, liyakat, savurganlığa ve yolsuzluklara sınırlama getirmek bakımından uluslararası finans kuruluşlarının (ve Post-Washington kurallarının) yaklaşımlarıyla daha bile uyumlu olacaklarına şüphe yoktu. 

Ama iktidar aynı ellerde kaldı. Siyasi bedel ödemediklerinden, hiçbir sıkılma belirtisi bile göstermeyip gömlek değiştirir gibi ekonomi heyetini yenileyip uluslararası sermayenin programına biat ettiler. Biraz aklıevvel taraftarlarına sorsanız, “yüksek politika” bile diyebilirler.  

BAE sermayesine kapitülasyon benzeri koşullarda kucak açmak işte tam da bu finansal sıkışmışlık koşullarının ürünü. Gerçi böylesine sıkışılmadığı dönemlerde, üstelik getirisinden çok götürüsü olan koşullarda (kimin cebine ne götürdüğü de ayrı mesele) Hariri-Ofer’e Telekom’un peşkeş çekilmesi örneklerini de yaşamadık değil. Şimdi daha cüretkâr bir işin peşindeler: Ülkenin yeraltı zenginlikleri ve enerji kaynakları bir petrol şımarığı ülkeye peşkeş çekilmek üzere. İçerden kimlerin gizli ortak olacağı da kuşkusuz birincil önemde; burada bir ekonomik/mali çöküşten çıkışın (veya sözde depreme hazırlık kapsamındaki kentsel dönüşümün) bile yeni devasa talan fırsatları olarak görülmesi, nasıl bir yağmacı zihniyetle karşı karşıya olunduğunu göstermekte. 

Sonucun sonucu: 2024 yılı sınıf mücadelelerinde yeni bir dönemin başlatıcısı olabilecek dinamikleri de içinde taşımaktadır. Nesnel koşullar böyle. Öznel koşullar ise hazır değil. Türk-İş gibi sermaye yönlü sınıf uzlaşmacılığına angaje olmuş, sendikal tabanının sınıf bilincine sahip olmasını engelleme misyonunu AKP döneminde çok daha başarıyla icra etmiş bir konfederasyon yönetiminin, asgari ücrette ikinci bir düzenleme için bastırması (düzenin selameti adına rica etmesi) çok yadırganmamalı ama sınıfsal karşılığı da mutlaka verilmeli.