Ekonomideki bozulmaların giderek daha riskli hale geldiğini görüyoruz. Enflasyon, faiz ve kur şeytan üçgeninden ekonomi bir türlü çıkamıyor. Faizler yüksek, fakat enflasyon da yüksek, dolayısıyla reel faizler sıcak para açısından o kadar da cezp edici durmuyor. Türkiye, kendisine iktisadi yapı olarak yakın ve bu benzerliğin sonucunda sıkı rakibi olan Brezilya’dan daha bozuk bir görüntü ortaya seriyor. Hal böyle olunca gelişmekte olan ülkeleri tercih eden, yani risk almayı seven ve bu konuda da yüksek iştaha sahip kısa vadeli finans sermayesi Brezilya gibi ülkeleri tercih ediyor. Örneğin Brezilya’da enflasyon yaklaşık yüzde 4 ve gösterge faizi yüzde 6,50. Türkiye’de ise enflasyon yaklaşık yüzde 11 ve gösterge faizini de 12.75 kabul edersek, reel faiz yüzde 1.75’e denk geliyor. Brezilya ise Türkiye’nin yaklaşık yarısı kadar faizle yüzde 2,50 reel faiz vererek sıcak parayı çekmede daha güçlü bir aday olarak Türkiye’yi solluyor.

Sıcak para gelmeyince döviz kuru fırlıyor, işte bildiğimiz hikaye burada başlıyor, borçlu şirketlerin borcu, aldığı mallar, en nihayetinde satış fiyatları yani tüketicinin ödediği bedel artıyor. Yani yine enflasyona yol açıyor… Görüldüğü gibi bu bir döngü ve baştan aşağı bir değişim olmadıkça çıkış da mümkün gözükmüyor.

Türkiye ekonomisi bu döngüde döndükçe, her defasında daha fazla açık yaratıyor. Biz bunlara iç denge ve dış dengedeki bozulmalar da diyebiliriz. Bu aralar iktisada giriş dersleri, nam-ı diğer econ101’ler çok anılır oldu. Çünkü öyle açıklamalar, öyle gelişmeler izleniyor ki, yeniden ve yeniden bu temel konuları hatırlatmak gerekiyor. İşte bu derslerde işlenen bir konu da iç ve dış dengedir. İç dengenin öğelerinden biri bütçe dengesidir. Diğer öğesi de tasarruf-yatırım dengesidir. Dış denge ise ülkenin dış dünya ile alışverişini gösteren cari işlemler dengesidir. Bu üç denge birden bozulmuşsa yani ortada bütçe açığı, tasarruf açığı ve cari açık varsa, buna üçüz açık diyoruz. Bu üçlü dengeden tek açığı olan ülkelere nispeten dengeli, ikiz açığı olan ülkelere riskli, üçüz açıklı ülkelere ise krizler ülkesi yani krizlere en açık ülkeler diyoruz.

Türkiye’de de bugün üçüz açık mevcuttur. Yani ne iç denge ne de dış denge sağlanabilmiştir. Yatırım-tasarruf dengesine baktığımızda, Türkiye her yıl yaklaşık olarak milli gelirin ortalama yüzde 5’i kadar tasarruf açığı vermektedir. Yeni seri ile bu ortalama biraz yukarı çekilse de, tasarruf açığı gerçeği olduğu gibi hayatımızda duruyor. Kaldı ki hanehalkının tasarruf oranı 2003 yılında yüzde 12-13 aralığındayken, 2015 yılına gelindiğinde yüzde 6-7’ye değin düşmüştür. Yurtiçi tasarruf oranının ise izlediği seyir üzücüdür, keza 1998’lerdeki yüzde 24 seviyelerinden bugün yüzde 14’lere düşmüştür (eski seri ile). Tasarrufların yatırıma çok düşük oranda dönüşmesinin yanında hangi yatırımlara dönüştüğü de önemli. Son büyüme verisinden izlendiği gibi çoğunluğunu inşaat yatırımları oluşturmakta.

Gelelim bütçe dengesine... Bütçe dengesi, ekonominin can simidi rolünü görüyor. Fakat nasıl bir ekonomide can simidi oluyor, burası önemli. Hem faiz harcamaları hem de faiz dışı harcamalar artıyor. 2018’in Mart ayında, bir önceki yılın aynı dönemine göre faiz harcamalarında yüzde 34’lük bir artış gözlenirken, faiz dışı harcamalarda yüzde 14,5’luk bir artış gerçekleşti. Nihayetinde de bütçe, Mart ayında 20 milyar TL açık verdi. Teşvikler, savaş harcamaları derken bütçe kontrolden çıktı, ekonomideki dengeler bozuldukça daha fazla teşvik, daha bol kepçe KGF’ler verildi. İşe yaradı mı? İstihdam ve üretimde katma değer verileri bu soruya net yanıt veriyor.

Son olarak cari açığa bakalım. Şubat ayında 4,2 milyar dolar cari açık verdik. Bu, bir önceki yılın aynı ayına kıyasla yüzde 63’lik bir artış yani ödemeler dengesinde yüzde 63 daha fazla bozulma demek. Gidişat da bu bozulmanın devam edeceği yönünde. Örneğin dış ticaret açığının daha fazla artacağını beklemek durumundayız, keza yurtdışı talep her ne kadar toparlanıyor gözükse de Türkiye ihracatını ancak ithal ederek gerçekleştirebiliyor. Enerji girdileri başta olmak üzere üretim girdilerini döviz üzerinden alıyor, TL cinsinden döviz üzerinden satıyor. Arada TL’nin döviz karşısında kaybettiği değer ise dış ticaret açığını kamçılıyor. Diğer bir yandan OPEC üretiminin düşmesi ve üretimde kısıtlamanın devam edeceğine ilişkin açıklamalar petrol fiyatlarının yukarı yönlü olacağını gösteriyor. Petrol ithalatçısı Türkiye için bu da dış ticaret açığını oldukça güçlü iteleyen bir faktör.

Sonuç olarak; şöyle bir soru kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor: Hiçbir dengenin sağlanamadığı, her alanda açık veren bir ülke bu açıklarını nasıl finanse edecek? Bunun yanıtı karşımızda: Daha fazla borçla. Fakat işin kriz üreten kısmı da burada başlıyor, borç da döviz üzerinden yapılıyor, dövizle birlikte borç da artıyor. Diğer bir yandan ülkede ekonomik, siyasi, diplomatik riskler çoğalıyor, ekonomi daha da bozuluyor, bu bozulma borçlanmayı daha yüksek maliyetli hale getirdiği gibi (hem kur hem de faiz yönünden) bir de borçlanma ihtiyacını da artırıyor (bkz bütçe dengesi). Buyurun size bir şeytan üçgeni daha. Türkiye’nin ne enflasyon, faiz ve kur sarmalından, ne de üçüz açık sarmalından hali hazırdaki uygulamalarla çıkamayacağı ortada. Bu uygulamaların bu sarmalı daha da büyüttüğü de ortada. Bu sarmaldan çıkış yolunun ancak başka bir yol açmak olduğu da açık seçik ortada.