Dikkat ediniz: Evrimin yaşandığından söz etmek için illa bir canlının bir diğerine dönüşmesi gerekmez. Popülasyon içinde belirli genlerin ve özelliklerinin dağılımının nesiller içerisinde değişmesi, evrimden söz etmek için yeterlidir.

En güçlünün hayatta kalması ne demek?

Kuşkusuz evrimle ilgili en meşhur kavramlardan birisi, “en güçlünün hayatta kalması” ilkesidir. Evrimin ana seçilim mekanizması olan Doğal Seçilim’i anlatmak için kullanılır. Ama kalıbın bu şekilde kullanılması, evrimden anlayan herkesi rahatsız eder. Çünkü “en güçlünün hayatta kalması” deyince evrim, sanki salt kas gücüyle ilgili bir süreçmiş gibi anlaşılır. Hâlbuki evrimde “güçlü olmak”, çok kısıtlı bir bağlamda, örneğin sadece avlar veya eşler için fiziksel rekabete giren canlıların mücadelesinde anlamlıdır. Gerçekte evrim, bundan çok fazlasıdır.

Beyin esnekliğinin evrimi, hücre içi süreçlerin evrimi, bitkilerde polenleşme stratejilerinin evrimi, hayvanlar arası davranışsal ilişkilerin evrimi gibi birçok konuda “güçlülük” önemsiz veya anlamsız kalır. Yani anlayacağınız, evrimsel süreçte seçilen ve dolayısıyla nesiller içinde yaygınlaşan karakterler, çoğu zaman kas gücüyle veya genel olarak fiziksel güç ile ilgili değildir.

EN ‘FİT’ OLANIN HAYATTA KALMASI

Aslında “en güçlünün hayatta kalması” kalıbı, bir çeviri hatasından kaynaklanmaktadır. Kalıp, İngilizcede “survival of the fittest”, yani en “fit” olanın hayatta kalmasıdır. Fit olmak, spor yapmakla, kas gücüyle, sağlıkla ilişkiliymiş gibi düşünüldüğünden, güçlülükle alakalı gibi algılanabilmektedir. Hâlbuki evrimsel biyolojideki belki de en önemli kavram olan “fitness”, aslında “uyum başarısı” anlamına gelmektedir. Yani evrimsel olarak “fitness”, bir türün, içinde bulunduğu çevreye uyum sağlama başarısının bir ölçüsüdür.

En temel düzeyde baktığımızda evrim, canlıların uyum başarısının zamanla artmasını sağlayan bir doğa yasası olarak görülebilir; ama bu bile, evrimi gerçekte olandan çok daha fazla basitleştirerek anlatmak olmaktadır. Evrimi bir bütün olarak anlamak, her zaman daha avantajlı olacaktır. Yine de çok temel düzeyde düşünecek olursanız, evrimde yaşanan ana değişimin, canlı popülasyonlarının bulundukları ortama uyum sağlama başarılarının artması olduğunu hatırlayabilirsiniz.

Bu değişim, ilk etapta ufak tefek adaptasyonlar ile olur; ancak unutmayın: Bir adaptasyon popülasyon içerisinde yerleşirken, daha önceden yerleşen diğer adaptasyonlar eski formuna geri dönmediği için, canlılar atasal formlarından yavaş yavaş farklılaşırlar ve yepyeni görünümlü canlılara dönüşebilirler.

Dikkat ediniz: Evrimin yaşandığından söz etmek için illa bir canlının bir diğerine dönüşmesi gerekmez. Popülasyon içinde belirli genlerin ve özelliklerinin dağılımının nesiller içerisinde değişmesi, evrimden söz etmek için yeterlidir. Dolayısıyla nesiller geçip, canlıların değişen ortam şartlarına en ufak düzeylerde bile uyum sağlaması, evrimin ta kendisidir! Yeni türlerin oluşması, evrimsel süreçte bir sonuçtur, evrimin tanımı değil!

DAHA UYUMSUZ OLANLAR DAHA ZOR HAYATTA KALIR

En uyumlunun hayatta kalmasına dönelim... Dikkat edecek olursanız, en uyumlunun hayatta kalıp, kendisini uyumlu kılan genleri gelecek nesillere daha çok aktarması, adeta bir uyarlanma, yani optimizasyon sürecidir. Çevre sürekli değişir, buna bağlı olarak tür içerisindeki çeşitlilik adeta sınanır. Vücutlarındaki genler veya gen kombinasyonları, yeni çevre şartlarına en uygun olanlar daha kolay hayatta kalır, daha çok ürerler. Daha uyumsuz olanlar ise daha zor hayatta kalır ve daha az ürerler; hatta belki ölürler veya üreyemezler. Bu nedenle her nesil, atalarından en uyumlu olan genleri ve gen kombinasyonlarını alır.

Yani evrimsel süreçte, belirli özellikler çevreye uyumlu fiziksel özelliklere neden oldukları için evrim sürecinde “kayırılır”, diğerleri ise seçici bir şekilde elenir. Bu seçim, “bilinçli” olarak yapılmaz; türlerin bireyleri birbirlerinden farklı genlerle doğarlar, yaşam ve üreme mücadelesi verirler, başarılı veya başarısız olurlar, ürerler veya üreyemezler. Buna bağlı olarak türlerin gelecek nesle aktaracağı genler belirlenmiş olur. Böylece türün genel ortalaması, yani mesela sincap deyince aklınıza gelen o tipik canlı, nesilden nesile yavaş yavaş değişir. Bunu, doğal seçilim yoluyla olan evrimin klasik bir tanımı olarak görebilirsiniz.

Bu arada, Darwin’e atfedilen ve tüm bunları özetleyen şairane bir söz vardır: “Ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki olan... Değişime en çok adapte olabilendir, hayatta kalan!” Aslında bu sözü Darwin söylememiştir; Darwin’den çok çok sonra, 1963 yılında bir konuşma yapan Leon Megginson bu sözün sahibidir.

Bir diğer örnek olarak, “en uyumlunun hayatta kalması” lafını söyleyen de Darwin değil, meşhur bir diğer filozof ve biyolog olan Herbert Spencer’dır. Spencer, 1864 yılında Darwin’in doğal seçilimle evrim teorisini kısaca özetlemek için bu terimi kullanmıştır.

Bu tür mottolar ve sloganlar bir fikri anlatmak için kolay ve kullanışlı olsa da, bazen önemli detayların gözden kaçmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle sadece bu tür mottolara takılmaktansa, fikrin özünü anlamaya çalışmanızı tavsiye ederim.