Senenin henüz başındayız ama büyük ihtimalle bu yılın en tacizkâr ve tuhaf filmi ile tanışmış bulunuyoruz. 11 dalda Oscar adaylığı olan, Yorgos Lanthimos’un görsel açıdan şaşalı ve enerji dolu zeki filmi ‘Zavallılar’ (Poor Things) aslında kendi haline bırakılması gereken bir film. Çünkü hakkında inceleme yapmaya yer bırakmayacak kadar berkemal ve tamam bir film. 

ALASDAIR GRAY’E AİT 

Her şeyden önce filmin bu denli farklı oluşundaki en büyük payın, İskoç yazar Alasdair Gray’e ait olduğunu öncelikli olarak belirtmem gerek.

Yorgos Lanthimos’un yönetmenliğini, Emma Stone’un yapımcılığını üstendikleri “Zavallılar” (Poor Things) filmi, İskoç yazar Alasdair Gray’in romanından Tony McNamara (The Favourite) tarafından uyarlandı. Gray’in bu romanı kadar, Lanthimos’un merkez ismi olduğu Yunan Tuhaf Dalgası ile bu denli kan uyumu olabilecek bir eser daha aklıma gelmiyor. Belki, Gray’in edebiyatının sıradışı bir diğer örneği olarak kabul edebileceğimiz ilk romanı “Lanark”ı da sayabilirim. Gray’in 1992’de yayımlanan ve kendisine Whitbread Roman Ödülü ile Guardian Kurgu Ödülü kazandıran “Zavallılar” romanı, 19. yüzyıl sonlarında, Viktorya döneminde geçen bir hikâyeyi konu alıyor. „Frankenstein“ romanının etkilerini taşıyan ve cinsellik, toplumsal normlar ve bilim gibi konuları ele alan hikâyesi, bir kadının yaratıldığı, canlandırıldığı ve kendi hayatını kurmaya çalıştığı fantastik bir atmosferde geçiyor. Gray’in en ünlü eserlerinden biri olarak kabul edilen bu roman, yazarın eşsiz tarzını ve esprili dilini içeriyor. O yüzden Lanthimos’un filmini bu hikâyeyi aktardığı biçim açısından değerlendirmek daha doğru olacaktır çünkü filmin en orijinal unsuru olan hikâyesi bu romana yani Alasdair Gray’e ait. Filmde, Viktorya dönemi kadını olan sıradışı Bella’ya (Emma Stone), onun yaratıcısı, koruyucusu durumundaki Dr. Godwin Baxter’a (Willem Dafoe), klasik Frankenstein hikâyesinin bir yorumu diyebileceğimiz bu tuhaf filme gene de biraz yakından bakalım. Baxter, Londra’da malikanesinde yaşayan, laboratuvarında ölü diri her canlıyı kesip biçmeyi seven bir bilim insanı. Cesedini bulduktan sonra, beynini bir fetüsün beyniyle değiştirerek Bella’yı yeniden canlandırmış olan tuhaf bir kasap. Yetişkin bedeninde bir bebek beyni ile yaşayan, Baxter’ın koruması altındaki Bella, dünyayı ve kendini ve kadınlığını anlamak için kendini keşfetme yolculuğuna çıkıyor. Dünyeviliğe aç olan öğrenmeye hevesli Bella, kurnaz ve ahlaksız bir avukat olan Duncan Wedderburn (Mark Ruffalo) ile kıtalar arasında fırtınalı bir maceraya atılır. Bizler de bu macerada, zamanının önyargılarından arınmış olan Bella’nın eşitlik ve özgürlüğü savunma amacında kararlılıkla büyümesini izleriz. 

FEMİNİST BAKIŞ AÇISI 

Edimsel davranışlar ve feminizm arasındaki ilişki karmaşık ve çok yönlüdür. Edimsel davranışlar, bireylerin eylemlerinin ve kararlarının, genellikle toplumsal beklentilere, cinsiyet rollerine veya belirli normlara uygun olarak şekillenmesi anlamına gelir. Bella’nın edimsel davranışlarıyla sosyal hiyerarşiye karşı durması ve rutine uyum sağlamayı reddeden bir kadın olarak hikâyenin merkezinde yer almasıyla filmin feminist bakış açısından edimsel davranışların eleştirisini sunduğunu görüyoruz. Bir çocuğun zihnine sahip bir kadının vücuduna sahip Bella’nın yeni yürümeye başlayan bir çocuk gibi beceriksizce yürüyor, yemeğini tükürüyor, durduğu yere idrarını yapıyor oluşu ve çok geçmeden kendisinin cinsel bir varlık olduğunu keşfediyor oluşu, Emma Stone’un cesaretiyle fiziksel ve zihinsel olarak kendini adamış performansı sayesinde harika sonuçlanmış. Stone’un cesur performansı derken, sadece çıplaklık ve seks sahnelerinden bahsetmiyorum. Stone’un vücudunu ustaca kullanmasından, toprak zeminde değil de su yüzeyindeymiş gibi akmasından, bakışlarıyla dalgalanmalarından, durağan olmayan beden kullanımından bahsediyorum. Bir oyuncunun bu denli bedenine ve karakterinin ruhuna hâkim olması takdir edilesi bir başarı. Onun bu başarısı sayesindedir, Bella’nın yolculuğuna dair deneyimimizin eşsizleşmesi. Holly Waddington’ın mükemmel kostümlerinden, Shona Heath ve James Price’ın art nouveau ruhunu yakalayan sıradışı prodüksiyon tasarımına kadar aynı derecede önemli olan diğer unsurlar da buna eklenince ortaya özel bir film çıkmış diyebiliriz. 

BALIK GÖZÜ GÖRÜNÜMÜ 

Bella’nın yeni olana merakını, öğrenme iştahını izleyiciye bu yoğunlukta hissettiren ise elbette Yorgos Lanthimos ve onun gördüğü dünyaya 4 farklı lensten bakan Robbie Ryan’ın sinematografisi ciddi anlamda ayırt edici özelliklere sahip. Aynı iki isim, sinematografik açıdan dikkat çeken, 18. yüzyılın başında İngiltere’de geçen “The Favourite” filminde de birlikte çalışmışlardı. Yorgos Lanthimos’un benzersiz yönetmenlik tarzı, filmdeki çekim açıları, ışık kullanımı ve renk paleti gibi unsurlar “Zavallılar” filmini etkileyici kılıyor. Sinematografide kullanılan geniş açılı çekimler, odaklama teknikleri, kamera hareketleri ve önemli anları vurgulayan ayırt edici balık gözü görünümü ile film izleyiciye görsel bir deneyim sunuyor. 35 mm’lik kameranın üzerine 16 mm’lik bir lens yerleştirdiğinde çerçevede ortaya çıkan karanlık sınırlar etkileyici bir vinyet (vignette) efekti yaratmış. Bir yanıyla aslında oldukça komik bir görüntü ortaya çıkmış olsa da, biraz fazla yorucu olduğunu düşündüğüm bu deneysel tercihin, bazı sahnelerde özellikle Bella’nın çocuk zihninin bakış açısını sunma eğilimi gösterdiğinden dolayı işlevsel olduğunu da kabul ediyorum. Yunan sinemasının ‘tuhaf dalgası’nın merkezi isimlerinden biri olan Yorgos Lanthimos’un senaryoları ve filmlerinde kullandığı oyunculuklar her zaman tuhaf ve rahatsız edicidir. Ve bu durum yönetmenin bu son filminde zirveye ulaşmıştır diyebiliriz. Toplumun, ailenin ve kadın-erkek ilişkilerinin değerlerini sorgulayan, yıkan ve onların limitlerini zorlayan yönetmen toplumsal baskılar altında kimlik karmaşası ve iç mücadele yaşayan karakterleri yeni bir kimlik arayışı içine sokmayı bu filminde de başardığını görüyoruz. Agresif sinema diliyle bir provokatör gibi davranan yönetmenin “Zavallılar” filminde, absürte kaçan oyunculuklarla, onları bir şekilde insani özelliklerden ayırdığı da aşikâr. Bu yapı modern zamanın yarattığı yoksunluk hissi altında robotlaşan, hissizleşen toplumun yansıması gibi bugüne bağlandığından dolayı da son derece çağdaş bir film.