Erdoğan muhalefetten razı

Seçim bitti ama iktidarın sokak korkusu biteceğe benzemiyor. Şimdilerde muhaliflerin sözleri bağlamından koparılarak sokak korkusunu toplumda canlı tutma amacıyla özel bir operasyon yürütülüyor. İktidar medyasının işi görece rahat. Çünkü anaakım muhalefet, siyaseti genel merkezlerde uzman ekiplerin ürettiği sihirli formüllere sıkıştırdığı ve kurtuluşu bireysel performanslarda aradığı için, iktidarın çölleştirdiği politik atmosferde demokrasinin ne olup ne olmadığını, halkın örgütlülüğünün demokrasilerdeki vazgeçilmez yerini, protesto etme hakkının da oy kullanmak gibi demokrasinin ayrılmaz bir parçası olduğunu hatırlatan gazetecilerle uğraşıyorlar sadece.

Bu operasyona henüz seçimler bitmeden başlandı. Seçim gecesi Fox TV’de değerlendirmeler yapan ve yerinde tespitlerle demokrasinin birkaç yılda bir oy vermekten çok daha fazlası olduğunu vurgulayan gazeteci Çiğdem Toker’in sözleri, “CHP yandaşı gazeteci Çiğdem Toker'den skandal ‘sokak’ çağrısı: Recep Tayyip Erdoğan'ın tarihi zaferini hazmedemeyen Toker, ‘Demokrasi sandıktan ibaret değildir. Demokratik protestoları kriminalize etmememiz lazım’ diye konuştu” gibi ifadelerle servis edildi kamuoyuna.

İktidar medyasının son hedefi ise BirGün Yayın Koordinatörü İbrahim Varlı oldu. Varlı’nın geçen hafta Halk TV’de katıldığı yayında, muhalefetin demokratik mücadele araçlarına sırtını dönerek halkı pasifleştiren siyaset stratejisini eleştirmesinin ardından güdümlü medya hemen atağa geçti: “Halk TV’de skandal! İbrahim Varlı halkın iradesini hiçe sayıp sokak çağrısında bulundu. Varlı’nın 10 yıl önce Gezi Parkı olaylarında da sokak çağrısı yaptığı paylaşımları ortaya çıktı.”

Her iki isim de “Demokrasi sandıktan ibaret değildir” önermeleriyle, sandıktan çıkan sonuç ile demokratik mücadele araçlarının etkin şekilde kullanılması arasında bir bağ olduğuna işaret etti. İşin bu tarafı kasıtlı olarak çarpıtıldı. Sandık sonuçlarını tanımadıkları ve seçimi reddederek “darbe” iması yaptıkları yönünde kirli bir algıya oynandı.

***

Malum, demokrasi kökeni itibariyle halkın ülke yönetimini belirleme konusunda söz ve yetki sahibi olması demek. Günümüze kadar farklı aşamalardan geçti; bugünkü sureti yeni sayılır. Uzun, zorlu mücadeleler ve devrimler sayesinde 21. yüzyılda demokrasi denince oy verme pratiğinden çok daha fazlasını anlıyoruz. Yurttaşların eşitliği, örgütlenme, toplanma, eylem yapma, ifade özgürlüğü ve haber alma hakkı, demokratik bir rejimin olmazsa olmaz parçaları. Bunlar bir anlayıştan ve genel kabulden de öte Anayasa’da teminat altına alınmış temel haklar. Ancak AKP Türkiye’sinde demokrasi, sadece oy sayımından ibaret bir siyaset kültürü olarak kodlanıyor. Buna itiraz edenlerin, sandık sonuçlarını kabul etmediği yönünde maksatlı bir algı oluşturuluyor. Dünyada sol, artık temsili demokrasinin aşılıp daha doğrudan bir halk demokrasinin nüvelerinin yaratılması gerektiğini düşünürken, ülkemizde iktidar, temsili demokrasinin yeterli olmayan özgürlük alanlarını bile fazla buluyor.

İktidarın kurduğu ideolojik hegemonya, trajik bir şekilde anaakım muhalefetin siyaset yapma biçimini de şekillendiriyor. Bugün iktidar ve muhalefet, halkın demokratik siyasal mücadeleye katılımı konusunda ne yazık ki çok farklı siyasi değerlere sahip değil. İktidar toplumsal örgütlülüğü, sokak muhalefetini, eylemleri, grevleri, direnişleri, yani çağdaş demokrasiye içkin tüm enstrümanları bir bir marjinalize ederken anaakım muhalefet de tüm bunlara onay veren bir tutum benimsiyor. Örgütlülüğü büyütme çabası şöyle dursun, mitinglerde meydanları dolduran kalabalıklara ülkeyi yönetenleri yuhalama hakkı bile tanımıyor. Muhalefet bu paradigması nedeniyle halkın tepkisini dönüştürücü bir eylemselliğe çevirmek yerine “Sandığı bekleyin” diyerek heba etti. İktidar, muhalefetin de hazırlayıcılarından olduğu bu “verimli” arazide rahat rahat at koşturdu. Yani Erdoğan’ın muhalefetten razı olduğuna şüphe yok.

***

Muhalefet kamusal alanı bırakıp kaleye çekildikçe iktidar cephesi artık en temel anayasal hakların savunusuna bile “yasadışı girişim” muamelesi yapıyor. İsteniyor ki AKP’nin yarattığı dekoru kimse bozmasın, sürekli elindekini kaybeden toplumsal kesimler alanlarda varlık kazanarak gündemi belirlemesin, yoksullaştırılan emekçiler greve çıkmasın, siyaset sadece pusulalara mühür basmakla sınırlı kalsın, halk demokrasi mücadelesinin aktörü değil “demokrasi” diye yutturulan gösterinin uslu seyircisi olsun. Buna karşı çıkanların üzerine ise hemen “kaos yanlısı”, “darbeci” “milli irade düşmanı” gibi bildik kavramlarla çullanılıyor. Daha da vahimi, anaakım muhalefet “Sokağa çıkmak iktidarın işine yarar” diye düşünürken, AKP’nin propaganda aygıtları, demokratik siyaset alanını sokağın devre dışı kaldığı koşullarda daha kolay terörize etme imkânı buluyor.

Ülkedeki yığınla soruna rağmen seçimde AKP’ye nasıl kaybedildiğini anlamak önemli. Bugün devleti yöneten, klasik bir sağ iktidar değil. 12 Eylül rejiminden ve sola karşı programlanan devlet mekanizmasından aldığı güçle, 21 yıllık iktidarı boyunca hegemonyasını ilmek ilmek dokuyan bir iktidara karşı, mevcut siyasi muhalefet biçiminin sorgulanmasına ihtiyaç var. Tepeden söylem geliştirerek, en yaratıcı retorikleri üreterek, TV programlarında, Meclis kürsülerinde sosyal medyada trend olacak konuşmalar yaparak bu rejim alt edilemedi ve edilemeyecek.

Çalışanların örgütlü olmadığı yerde alın terinin, öğrenci hareketinin gelişmediği yerde gençlerin, kısacası emekten, özgürlükten ve eşitlikten yana birleşik bir mücadele hattının örülemediği yerde halkın aydınlık bir geleceği olmayacak. Aynı yöntemde ısrar etmek, Erdoğan’a her durumdan sıyrılmasını sağlayacak yeni manevra alanları açmanın yanında daha yıkıcı mağlubiyetlere de ortam hazırlar. Çare, rejime itiraz eden milyonların söz, yetki ve karar sahibi olduğu dönüştürücü bir siyaset tarzında.