Yerel seçimler Türkiye siyasetindeki klişelerin yeniden sorgulanmasına yol açtı. İktidar cephesindeki çözülme, CHP’nin yaptığı patlama ve Yeniden Refah’ın Anadolu’da artan gücü, Erdoğan merkezli siyaset denkleminin değişebileceğinin işaretlerini veriyor.

Fakat yerel seçimi bir “son” gibi değil de “başlangıç noktası” olarak ele almakta yarar var. Çünkü zemin şu an çok oynak ve halkın kimileri için fırsat, kimileri için ise uyarı niteliği taşıyan oy verme davranışının sağlam bir temele oturup oturmayacağını orta ve uzun vadede anlayabileceğiz. Şimdi tek bildiğimiz, iktidarın rıza üretme kapasitesinin bugüne kadarki en dar sınırlarına gerilediği.

Seçim sonuçlarını tek faktöre indirgeyerek açıklamak olanaksız. Ekonomideki vahim tablo, halkın geçim sıkıntısı, emeklilerin uğradığı haksızlık, billurlaşan sınıfsal/kültürel çelişkiler, Filistin meselesi, yolsuzluk, çürüme, kibir, aday profilleri, siyasi polemikler, yerel seçimin özgünlüğü, seçmen motivasyonu… Elbette hepsi uç uca birleşerek sonucu ortaya çıkaran faktörler ve tümünün farklı düzeylerde seçime etki ettiği yadsınamaz bir gerçek. Ancak sonucu ne tek bir faktörle anlayabilmek ne de açıklayabilmek mümkün.

Öte yandan sürpriz sonuçların estirdiği havayla erkenci ve iddialı yorumlar da yapılıyor. Oysa kültürel saat yavaş çalışır. Büyük değişimler çoğu kez rutin ritmi kıran bir tepe noktasında gerçekleşir ancak kırılma esasında tek bir anda değil süreç içinde olgunlaşır. 31 Mart akşamı şekillenen haritanın, seçimden bir gün önceki analizlerle bile örtüşmediğini düşünürsek, soğukkanlı kalmakta ve mantığı terk etmemekte fayda var. 

AKP bu seçimde yaklaşık 4 milyon kaybetti. CHP ise 3,5 milyon yeni oy elde etti. Yerel seçimlerde AKP’nin oylarının erimesi yeni bir durum değil. AKP seçmeninin yerel seçimleri hükümeti uyarma konusunda bir araç olarak kullandığını önceki tecrübelerden biliyoruz. Ancak bu kez çözülme daha geniş çaplı oldu. İktidardan kopan oyların önemli bir bölümü Yeniden Refah’a giderken, geriye kalan kısmı da bazı yerellerde CHP’ye kredi açmak için kullanıldı. Bir kısım iktidar seçmeni de tepkisini sandığa gitmeyerek gösterdi.

Erdoğan, Mayıs seçimlerinde ülkedeki olumsuzlukları ve sağ-muhafazakâr tabanda gelişebilecek muhtemel tepkiyi, kutuplaştırmayı tırmandırarak yönetebilmişti. Altılı Masa üzerinden etkili propaganda yürütmüş, düşmanlığın dozunu artırarak geleneksel oy havuzundaki endişeleri tetiklemiş ve herkesin birleşip kendisini yıkmaya çalıştığını vaaz ederek kitlesini yekvücut hale getirebilmişti. Bu sayede ekonomiden kaynaklı memnuniyetsizlikleri ikinci, üçüncü plana itmişti. Evet, ekonomi geçen yıl da kötüydü ancak bir seçim ekonomisinin yürürlüğe sokulduğu unutulmamalı. İktidar, kötü gidişata rağmen bütçenin musluklarını açarak toplumda mevcut koşulların sınırlılığı içinde suni bir refah ortamı yaratabilmişti. Bunun gelip geçici olduğu belliydi fakat özellikle sağ tabanda hükümetin krize karşı çözüm ürettiğine ve gelecekte de bu yaklaşımı devam ettireceğine dönük bir algı oluşturmuştu.

31 Mart yerel seçimlerinde ise halkın algı hiyerarşisi değişti. Mayıs seçimlerinin aksine, ekonomiyi öncelikli mesele olarak gören, geçim sıkıntısı odaklı bir oy verme davranışı şekillendi. Her kentte Erdoğan vardı, her kentin adayı sanki Erdoğan’dı fakat neticede pusulada Erdoğan yoktu. Pusulada AKP’yi temsil eden ve pek çoğu seçmeni ikna etmekten uzak yüzlerce aday vardı. Bu nedenle iktidar seçmeni, bu kez AKP’den yana tercih kullanmamayı, Erdoğan’ı yalnız bırakmak olarak kavramadı. Kuşkusuz BirGün’ün manşetinde yazdığı gibi “adam kaybetti”; ancak iktidar seçmenini “adam”dan başka konsolide edebilecek, tüm sıkıntıları sineye çektirip seçim zaferine odaklayacak başka bir güç de yoktu. Bu aynı zamanda iktidar için de bir “tek adam” kriziydi.

Dolayısıyla muhalefet açısından sunduğu tüm imkânlara rağmen yerel seçim bir “son” olarak ele alınmamalı. AKP’ye şu ya da bu şekilde tepki gösteren seçmenlerin, iktidardan/Erdoğan’dan tam anlamıyla kopmadığı gerçekçiliğinde kalınmalı ama aynı zamanda kopma eğilimi gösterdiği, kopmaya çok da kapalı olmadığı perspektifinden bakılarak hareket edilmeli. İdeolojik, kültürel ve kimlik bazı siyasi aidiyetlerin bir günde değişmeyeceği akıldan çıkarılmamalı. Doğru bir siyaset izlenir, bu yarılma derinleştirilir ve iktidara yönelik tepki örgütlenirse, yerel seçim anca o zaman sonun başlangıcı, gerçek bir değişimin habercisi olabilir. Seçimlerin meydana getirdiği siyasal sonuçlar itibariyle de bu fırsatın muhalefete geçtiği ortada.

Emanet oy, tepki oyu ya da tapulu oy… Yetkinin kimde olduğu çerçevesinden bakılırsa, düpedüz tali bir tartışma. Sonuçta 1 milyon oy farkla da 1 oy farkla da aynı yetki alınıyor. CHP artık Türkiye nüfusunun yüzde 65’inin yaşadığı kentlerin yerel iktidarı. Yani CHP, toplumsal bilinçte kendini yeniden üretmek için tarihi bir şans yakaladı. Bugüne kadar Anadolu insanına CHP’yi sağ partiler anlatıyordu, şimdi kendilerini, kendi politikalarıyla anlatacaklar. CHP eğer ülkeyi yönetebileceğine dair bir güven iklimi oluşturabilir, piyasacılığa karşı sosyal demokrat, kamuculuğu öne alan bir anlayışla halkı kendine ikna edebilirse, yerel seçim anamuhalefet için bir iktidar basamağına dönüşebilir.

Belki en avantajlı konumda CHP duruyor ancak ülkede sosyalistlerin de gidişata müdahale edebileceği bir sarsıntının içindeyiz. Zamanı geçmiş anlatılar hâkim konumunu yavaş yavaş kaybederken, memleket insanı da artık farklı seslere kulak kabartıyor. Siyasetin yeni dengelerini, aktörlerin hamleleri belirleyecek. Bugün solun önünde düne göre daha fazla fırsat var.