Erdoğan’ın ‘yoksul’ silahı ters tepiyor
İktidar ülkeyi boğan yoksulluk meselesine dair adım atmayacak. Milyonlarca insan hayatta kalmak için ya sosyal yardımlara ulaşmaya çalışacak ya da yoksulluğu yaratanlarla mücadele edecek.
Fırından ucuza bayat ekmek almak, çocukların protein alması için kemik kaynatmak, sebzeye para vermemek için gecekondu bahçesinde sebze yetiştirmek, bulaşıkçılık yaptığı işyerinde verilen yemek malzemesini eve götürmek, pazardan artık toplamak, bakkaldan kırık yumurta almak, çocuklar uyuduğunda soba söndürmek… Tüm bunlar ve daha fazlası Necmi Erdoğan’ın Kayıp Halk kitabında yoksulun hayatla mücadelesinde uyguladığı stratejiler olarak kayda girer. Benzer örnekler Derin Yoksulluk Ağı’nın yaptığı çalışmalarda da önümüze gelmişti.
Türkiye’de bu koşullarda yaşayan ne kadar insan var? Bin, yüz bin, bir milyon ya da daha fazla. Tam olarak ne kadar?
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2021 verilerine göre ülkede yaklaşık 6 milyon hane gıdadan yakacağa, sağlıktan barınmaya kadar birçok kalemde sosyal yardım alıyor. Özcesi, ülke nüfusunun dörtte biri yani 20 milyondan fazla insan ancak sosyal yardımla ayakta kalabiliyor. Bu konuyla ilgili diğer bir önemli veri ise yaklaşık 8 milyon kişinin genel sağlık sigortası priminin devlet tarafından karşılanması.
Bu rakamalar yoksulluğu tek başına göstermeye yeterli değil. Başta emekliler olmak üzere bu zor yaşantılara yeni milyonların eklendiğini söylemek için sokağa çıkmak yeterli olacaktır. Üstelik yeni yoksullar hiç bilmedikleri, tanımadıkları bir dünyada ayakta kalmaya çalışacaklar.
KADER DEĞİLSE
Yoksulluk öyle hızla yaygınlaştı ve derinleşti ki sadece rakamdan, arada sırada sokakta karşılaştığı kâğıt toplayıcısından ya da önünden geçtikleri mahallerden hane içine girmiş durumda. Kısa bir kriz anı olarak meseleyi değerlendirmek için artık çok geç. Giderek derinleşen ve kalıcılaşan bir durumdan bahsediyoruz. Bir kez daha tarihin bu anında “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” kölelik koşullarında yaşamalarına mahkûm edilen milyonlarca insan yaratıldı. Şimdi karşımıza çıkan bu yalın gerçeğe yanıt verme anındayız. Ya hiçbir şey olmamış gibi sandık, seçim zırvalıklarına bel bağlayacağız ya da göbek bağımızı kendimiz keseceğiz. Eğer tercih ikincisi ise harekete geçmek gerekiyor. Yoksullukla ilgili söylenen, yazılan onca şey hayat karşısında sınanmayı bekliyor.
Yoksulluğu bir kader gibi yaşayan ve sonraki nesillere taşıyacak milyonlara yenileri eklendi daha da eklenecek. Enez’den Şavşat’a SOL Parti, İzmir Şehir Hastanesi ya da Togg işçileri, Akbelen, emekliler, CHP’nin MuazZAM kampanyası bu yaşananların Türkiye’nin kaderi olmadığını anlatmaya çalışıyor. Mahalleler, işyerleri, çarşı pazar… Daha insanca bir dünyanın hayalini kurabilenler şimdilik varken geç kalmamak gerekiyor. Geri çekilme vakti değil. Tam tersine ileri atılma, güçlü fikirleri, güçlü itirazlarla buluşturma vakti. Kötülük iktidarı tüm gücüyle saldırırken dağa taşa “bu memleket sahipsiz değil” yazmanın vakti.
Bu ülkenin üzerine serpilmeye çalışılan ölü toprağını ne yerel seçim taktikleri, ne parti içi rekabet ne de ittifaklar atacak. Belli ki bugünlerde harmanlanmaya başlayan itiraz ölü toprağını atacak.
İktidar en çok yoksulların örgütsüz olmaktan kaynaklı çaresizliğine güveniyor. Erdoğan ve etrafındakiler şu anda çok rahat görünüyor. Buraya kadar Meclis muhalefetinin desteği ile sorun yaşamadan geldiler. Ama artık Erdoğan’ın da çok hazır olmadığı başka bir süreç başlıyor.