Bugün bir dünya merkez bankası rolünü üstlenen Fed, üretici ve tüketici tüm aktörlerin adım adım izlediği kurumlardan biri. Türkiye’de de tükettiğimiz her üründen ısınma, ulaşım, barınma vb giderlerimize doğrudan etki eden doların ritmi Fed’in sadece aldığı kararlara değil, ruh haline, davranış biçimine bağlı atıyor. Katı olan her şey finansal dünyanın irrasyonel mantığı etrafında buharlaşırken, Fed tüm ipleri elinde tutuyor. Hegemonik çıkarları gereğince mali piyasalarda faiz oranlarını belirliyor, kendi belirlediği kurallara göre para basıyor, IMF ve finansal kuruluşlar kanalıyla bastığı parayı çevre merkez bankaları kasalarına gönderiyor.

İkinci dünya savaşı sonrasından bu yana Fed, dünya finans sisteminde oyunun kurallarını tek başına belirliyordu. Bugün ise dünya kapitalizminin tıkanıklığının sürdüğü dönem siyasal ve toplumsal her alanda bir dönüşümü önümüze koyarken, uluslararası mali sistemde de Fed’in üstlendiği role ve etkinliğine ilişkin bir değişime sahne oluyor.

Gerçek şu ki Fed’in isteyip de bir türlü artıramadığı faiz tartışması, ABD ekonomisinin sorunlarını “uluslararasılaştıramama” hatta tam tersi uluslararası sorunları “lokalleştirme” durumuna ışık tutuyor.

ABD merkezli inşa edilen küresel neoliberal sistemin bugünkü finansal ağları, ABD’nin tarihteki gibi ipleri istediği gibi oynatabilme kabiliyetini elinden alıyor. Bunun en güzel örneği kuşkusuz Çin ve devalüasyonu.


GEÇMİŞTEN BU YANA DOLAR HEGEMONYASI
Son 70 yılda dünya kapitalizminin yaşadığı krizlere ve dolar şoklarına bakacak olursak, Fed’in bugünkü tutumu farklı dengelerin oluşabileceği bir geleceğe de ışık tutmakta.

2008’de başlayan ve bugüne dek aşılamayan kriz, en çok da 1929 buhranına benzer yönleriyle öne çıkmıştı. Fakat ABD’nin, çıkarlarına denk düşen küresel mali sisteme ilişkin almak istediği kararları hayata geçirememe durumu bu iki dönem arasındaki farklılıkları ortaya çıkarıyor.

Hatırlarsak 1929 buhranını takip eden İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD, mali gücü elinde tutmak adına altına endekslenmiş dolar merkezli küresel mali sistemin temellerini Bretton Woods toplantısında atmıştı. Uluslararası ticaret alanında oluşturulan GATT ile bir önceki hegemon İngiltere’den bayrağı teslim aldığı ve aynı anda IMF ile Amerikan Federal Rezerv Sistemi aracılığıyla uluslararası paranın üretiminde ipleri ele geçirdiği toplantıdır. Bu toplantının fikir babası olan dönemin ABD Başkanı Roosevelt (İngiltere Başbakanı Churchill’in desteği ile) doların hegemonik bir güç haline geldiği bu süreçte ülkelere şöyle seslenir: “Her ülkenin ekonomik sağlığı, uzak ve yakın tüm komşu ülkelerin sorunudur”

1970’lerde ise Vietnam savaşının devasa maliyeti ve büyüyen dış ticaret açığı gibi sorunlar karşısında ABD küresel likitideyi sağlamak için hızla para basar hale gelmiştir. Kendi dış açıkları genişlemekte, enflasyon hızla yükselmekte ve bütçe açıkları kapatılamamaktadır. 1950’lerin sonundan itibaren güçlenen Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya’nın hızla altına dönüşüyle birlikte dünyada oluşan dolar bolluğu büyümekte, küresel mali sistem ABD’nin denetiminden giderek uzaklaşmaktadır. 1971’de dönemin ABD Başkanı Nixon tüm bu sorunları aşmak için tek taraflı olarak doları devalüe eder, fiilen altın çıpası dönemini sonlandırır. Tüm dünyada değer kaybetmeye başlayan doları bol miktarda kasalarında bulunduran ve Nixon’ın bu adımıyla zararları katlanan Avrupa ülkeleri ise dönemin Hazine Bakanı J.Connally tarafından şöyle selamlanır: “Dolar bizim paramız ama, sizin sorununuz”


BUGÜN FED'İN 'SORUNU'
1980 sonrası hızla finansallaşan ve mali sermayenin önündeki engellerin hızla kaldırıldığı dünyada meydana gelen irili ufaklı krizlerde yaşanan dolar şoklarını tereyağından kıl çeker gibi çözen Fed’in bugün araçsal çaresizliğini Merrill Lynch uzmanları şöyle anlatıyor;

Tarihsel olarak ortaya çıkan Volcker Şoku, Körfez Savaşı, İngiltere’nin ERM sisteminden çıkışı ve Asya Krizi gibi dolarda şok etkisi yaratan olayların karşısında bugünün bir farkı var. Dolar bugün geçmiş yıllardaki şoklarda görülmeyen oranlarda değerleniyor. 3 aylık dönemler incelendiğinde dolardaki değerlenme, 1979-1987 arasında ABD faizlerini yüzde 10’lardan yüzde 20’lere yükselten eski Fed Başkanı Paul Volcker dönemi ile neredeyse aynı düzeylerde seyrediyor. Burada altı çizilmesi gereken nokta ise şu, Fed henüz faizleri artırmadı…

Son toplantıda ise faizleri sabit tutma kararını küresel ekonomik ve finansal aktivitelerin yeteri olmadığına dayandırsa da, asıl sorunu şüphesiz Çin. Neticede Fed, ilk kez faizleri artıracağına ilişkin kararını deklare ettiğinde de küresel ekonominin durumu farklı değildi. Ne var ki ABD’nin en büyük alacaklısı Çin’de sermaye birikiminin yavaşlaması ve aynı anda Çin hükümetinin bu sorunu parasını devalüe ederek aşma çabası Fed’in eskisi gibi oyunun kuralını dilediği gibi koymasının önüne geçiyor.