Festivalden festivale

Kültür-sanat dünyasında yeni sezon açılışı çok hareketli ve biraz da zorlayıcı oluyor. Durgun bir yazın ve ağır-aksak Eylül’ün ardından, sezon Filmekimi ve Akbank Caz’la Ekim’de başlar.. Bazen bu iki festivalin öyle yoğun programları olur ki, Antalya’ya da gidemezsin. Bu yıl da öyle oldu, Filmekimi ve Akbank Caz gerçekten de memnun edici programlar sundular. İlkinin İstanbul günleri sona erdi ama diğer şehirler devam ediyor. Gerçi herkesin beğendiği filmler birbirini tutmuyor ama ben 15 kadar film izlemiş biri olarak kendi favorilerimi söyleyeyim: Sieranevada, Paterson ve Ben, Daniel Blake.

Antalya’ya üç-dört günlüğüne bile gidemeyişimin sebebi ise, ‘Lord’ Carter. İstanbul’da daha önce de izlediğimiz Ron Carter, Golden Striker Trio’su ile Perşembe akşamı saat 20:30’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde sahneye çıkacak. İstanbul Jazz Center’a geldiğinde üçlüsünde Russell Malone ile Mulgrew Miller vardı. Ama Miller, bu dünyayı bırakıp gitti. Carter ile gelişinden sonra aynı yerde bu sefer Kenny Barron ile karşılıklı piyano çalmıştı. Hakikaten müthiştiler. Ne iyi etmişim de yanımdan geçerken fısıldamışım: “Mr. Miller, sizi görmek ne güzel.”

Ne var ki, onun yerine gelen Nikaragua asıllı Donald Vega da çok iyi bir piyanist. Zaten Ron Carter hoşgörüsüyle tanınan biri değildir. Kimseyi boşu boşuna övmez, titizliğiyle, zor beğenmesiyle nam salmıştır. Yeni piyanistinin cazdaki “yeni piyano sesi” olacağını söylüyorsa, bir bildiği vardır. Şüpheniz varsa eğer, son iki albümünü, Spiritual Nature ya da With Respect to Monty’yi izleyin, yeter.

Russell Malone ise kendi kendini eğitmiş bir müzisyen olarrak yirmi beş yaşındayken org üstadı Jimmy Smith’le çalışmaya başladı ve kendi ifadesine göre, sandığı kadar çok şey bilmediğini anladı. Grant Green, Kenny Burrell, Django Rheinhardt gibi büyük gitaristlerin çeşitli özelliklerini şahsında birleştiren, 1990’lara kadar nerelerde saklandığını herkesin merak ettiği bir caz gitaristidir. 1998’de Carter ve Barron’un da çaldığı “Sweet Georgia Brown” albümüyle kalitesini iyice vurguladı. İş Sanat konserinde sahneyi solisti Diane Reeves’den çalan solosunu unutmak ne mümkün?

‘Lord’ Carter’ı ilk kez Geri Allen triosunun bir parçası olarak Açık Hava Sahnesi’nde izlemiştik. Yağmur ya da bayram gibi nedenlerle komik bir şekilde boş olan Açıkhava konserlerinden biriydi. Piyanoda Geri Allen’ı, davulda Lenny White ve kontrbasta vakur, zarif Ron Carter’ı biletli sekiz yüz kişi izledi demişlerdi. Yıl 1995. Müthiş bir konserdi.

Carter için fazla bir şey söylemeye gerek yok. Onu sadece Miles Davis’in basçısı diye düşünmek vahim bir hata olur. Çok kayıt yapanlar arasında bile önlerde giden, neredeyse elli yıllık meslek hayatının tek yılını boşa geçirmemiş bir müzisyen, bir hocadır Carter. Davis’in ikinci büyük beşlisinde, ritm polisliği yüzünden ona ‘Checkpoint Charlie’ derlermiş. Ritmine sahip olmayı ve yönetmeyi bildiği gibi, sololarıyla da kendine hayran bırakır. Ayrıca, ‘Lord’ ünvanını hakedecek kadar şık ve zariftir. Onun için olsa gerek, genelde giyim kuşam ve pipo reklamlarında yeralıyor.

Başka kimler var Akbank’ta? Tony Allen, Art Blakey’yi anacak. Ali Perret ise sevgili Mehmet Uluğ’yu. İkisi de Babylon’da. Carter’ın hemen ardından, Cuma akşamı ise Volkswagen Arena’da eşsiz bir sesin sahibi olan Imany var. Niyetliyseniz acele edin. Bu yıl biletler büyük bir hızla satıyor.