Fikirlerin değil, adamların peşinden gidiyoruz çok uzun süredir. Adamların peşinden gittiğimiz için de adamına göre, adamın durumuna göre burnumuzu döndürüyoruz. Kılavuzumuz adam olunca, kaç derece nerelere döneceğimiz de belli olmuyor. Gün geliyor laf ettiklerimizle, ana bacı kozbi şov yaptıklarımızla halaya duruyoruz; gün geliyor açıktan saydır saydır yapıp, sonra gemilerimizle iş tutuyoruz. E ama yani anlaşmalar Gazze bombalanmadan önce yapılmış yani şimdi koskoca şirketler boykot mu etsin yani.

Bir yandan da gerçekliğin saçmalığı karşısında mizahın ya da tasvir sanatlarının yetersiz kaldığı bir coğrafyadayız. Mesela “Yedi yedi doymadı” tanımını bile zorlayacak bir evladımız, bir tosunumuz var. Gizliden gizliye ne iş yaptığı, ne ticareti yaptığı anlaşılamıyor. Gün geliyor, okyanus ötesine peynir ve eldiven yolluyor, gün geliyor külo alıyor. Ama yakışıyor da. Gerçekliğin saçmalığı mizahtan korkunç gerçekten de. Geçen hafta “Çakarlı araçlar hala yasaklanmadı mı?” yazdıktan sonra sokakta, yani yayaya yeşil yanarken siyah camlı ve çakarlı bir araç tarafından neredeyse eziliyordum. Çünkü geçiş hakkı çakarınmış. Çakan çakabildiğine çakıyor çünkü memlekette. Fikirler yerine adamların ve çakarların, çıkarların ve çakanların peşinden gidince böyle oluyor demek ki.

∗∗∗

Geçtiğimiz haftalarda komiklik filan yapayım diye Amsterdam - Berlin - Frankfurt dolaştım. Hem yurtdışında durayım, hem de cebime üç beş para girsin, İstanbul’da durup durduğum yerde para harcamaktan iyidir diye düşündüm. Güzel de oldu. Oldu olmasına da mesela Berlin’de yine delilere hayret ettim. Berlin’de sokakta deli, eroinman ya da aşırı yaşlı teyzeler dedeler görebiliyorsunuz. Avrupa delisi de bildiğin deli gibi deli. Sokakta bağırıyor, çağırıyor, oraya buraya işiyor. Ama deli bile trafik ışıklarında kırmızıda duruyor… Böyle böyle deliliğini de yaşayabiliyor. Yaşlıların ve fiziksel sıkıntı çekenlerin de sokakta olma sebebi ise yolların, caddelerin, sokakların onların da yaşayabileceği, gezebilecekleri biçimde tasarlanması. Mesela ne Hollanda’da ne de Almanya’da kaldırımdan gelen motokurye göremedim. Kimse camdan sokağa çöp atmıyordu. İnsanlar kurallara uyuyordu. O zaman dank etti. Adamlar yerine fikirlere uyuyorlardı. Hatta Almanlar, kurallara, komşusundan, eşinden dostundan daha bağlı. Bu da biraz korkunç bir durum. Yani rahatsız olduğu bir konuda sana gelip “Kardeşim şu işi yapmasan olmaz mı?” demiyor, hemen gerekli merciye şikâyetini yapıyor. Gerekli merci de -biraz sürse de- gelip sana “Kardeş bu yaptığın yasalara aykırı” diyerek cezanı kesiyor. Bizde ise cezalar ancak garibana kesilebiliyor.

Paradan sorumlu, çünkü fazla ülkede hem hazineden hem de maliyeden aynı kişi sorumlu değil- bakanımız güzel bir şeymiş gibi açıkladı: Vergiyi tabana yayacağız… Şaka değil gerçek. Bir kilo beyaz peynirin fiyatına bakınca verginin tavanda mı tabanda mı olduğu çok net anlaşılıyor ama işte… Bir de müjdeli haberi verdi “Enflasyonun ivmesi azalmış”... Tabii ülkece geçtiğimiz yıllarda büyük destek alan ata sporumuz cahillik olduğu için “ivme” kavramına uzak olmamız çok normal. Mesela geçen yıl Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde dört yıllık Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatı bölümünü, eksi iki netle kazanan öğrencimiz vardı. Ülkece hayata olumlu tarafından bakmayı çok seviyoruz. Tavuk bile beslenmeyecek binalardan üniversite yapmak, onların başına saçma sapan insanları getirmek, gençliği ve geleceği, vesileyle de ülkeyi sistemli ve kapsamlı bir şekilde cahilliğe sürüklemek işte ancak adamlar sayesinde olur. Oysa ki fikir dediğin şey bir günde değişmez, zamanla biçimlenir, gelişir.

Bakalım önümüzdeki günlerde ne türlü adamlıklar göreceğiz, ne babayiğitlikler, ne atarlar göreceğiz ve sonra hepsinin birden bire tükürürken yutulduğunu göreceğiz. Mekanizma ortada. Fikirleri değil de çıkarları ve çakanları takip edersek, sonuna kadar bu sarmalın içinde döne döne düşeceğiz. Kupkuru bir kalabalık olup kalacağız. Zaten daha deprem filan var, ölmez de hayatta kalırsak daha ne korkunçluklar göreceğiz kim bilir.