Filmin kendisi zincirleme reaksiyon
Fotoğraf: IMDb

Her film öykü anlatır. Bir öyküyü diğerlerinden ayıran unsurlar olay örgüsünde saklıdır. Karmaşık anlatıyı var eden olay örgüleri üzerine düşünmek ise zorlayıcıdır, yorucudur, heyecanlıdır, keyiflidir ve kafa karıştırıcıdır. Nolan’ın Oppenheimer’ı, geçmiş ve şimdi arasında geçiş yapan zaman çizelgesinde, farklı bakış açılarını ustaca kucaklarken, ana teması gibi bir zincirleme reaksiyon yaratmakta ve korku salmakta.

Filme ilham veren kitap Kai Bird ve Martin J. Sherwin‘in “American Prometheus”u. Bu iki yazarın tam 25 yılını alan güvenilir ve Pulitzer ödüllü bir Oppenheimer biyografisinin kaynak olmasından bahsediyoruz. Bu anlamda, filmin senaryosunun büyük bir titizlik ve gerçekçilikle oluşturulduğunu biliyoruz.

ETİK DİLEMMA 

Elinde T.S. Eliot'un "Çorak Toprak" adlı eserini okuyan ve Picasso tablosunun önünde acı çeken ve kafasında kıyamet senaryoları yanıp sönen genç öğrenci Oppenheimer ile bizleri tanıştırarak başlıyor film. Ve ilk saniyesinden itibaren yoğun olaylar zinciri ve etkili diyaloglarla hızla devam ediyor. Dünya savaşları tarihini kökünden etkileyen büyük değişimin gerçekleştiği odalara girebilmek, tarihin akışını şekillendiren güçlü kilit karakterlerin konuştuğu, kararlar aldığı odalara seyirciyi sokabilmek de anlattığı öykü kadar büyük. Bilim, tarih, politika, etik gibi köklü meselelerde bir saniye dahi susmayan bir film ile karşı karşıyayız, üstelik çok karakterli tam üç saatlik Nolan karmaşıklığı imzası taşıyan bir hikâye boyunca. Trinity Testi’nin gerçekleştirildiği an, filmin en önemli ve en unutulmaz noktasıydı. Bombanın, onu yaratanların gözleri önünde patladığını gördüklerinde benim de adeta nefesim kesilirken bir yandan “Bunu nasıl yaparsınız?” diyerek kızdığım ekibin bir parçası gibi hissettim.

BİLİMİN POLİTİK YÖNLERİ

Filmle ilgili çelişkide kalınabilecek tek husus Oppenheimer’ın ve diğer bilim insanlarının bu gerçek hikâyedeki ahlaki yolculuğu ve bilimsel başarıların kaçınılmaz ve ölümcül sonuçları. Etik dilemmalarla dolu J. Robert Oppenheimer’ın vicdan muhasebesine inanın veya inanmayın, bu onun yaşamış en önemli bilim insanlarından biri olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. Ancak film izleyicilere, Oppenheimer'ın kişisel ve mesleki hayatındaki etik çatışmaların ağırlığını hissettirmeyi başarmış. Ayrıca sinema sadece gerçeği söylemek ile yükümlü bir belge de değildir. Auteur yönetmenler filmlerini kendi dünya görüşleri, değerleri ile anlamlar üreterek, kendi sahip oldukları ideolojiyi seyirciye sunmak isteyebilirler. Dünya ile ilgili her şey politiktir. Bilim de politiktir. Pandemi zamanında bunu hep birlikte deneyimledik. Bu noktada filmin “bilim insanının sorumluluğu sorununu” masaya yatırarak bugün için dünyaya önemli mesajlar verdiğini görmezden gelemeyiz. Ve de Oppenheimer’ın müthiş bir zekâsı olduğunu ve büyük zekâsı ile fanilerden ayrışan düşünce yapısında olduğunu da inkâr edemeyiz.

SUBJEKTİF VE OBJEKTİF 

Karakterleri yargılayabilen ama aynı zamanda yargılanan karakterlerin de yargı dağıtmasına izin veren ilkesel bir yerden anlatılmıştı hikâye. Bu şekilde seyircinin tüm perspektifleri elinde tutarak düşünmesine, hissetmesine de avantaj sağlanmıştı. 

Katastrofik sonuçları olan ama savaş tarihi çerçevesinde “anlaşılır” bulunabilen, bilim insanının zekâsının sınır tanımazlığını gösteren senaryoyu Nolan’ın Oppenheimer’ın kafasının içindeymiş gibi yazdığı anlaşılıyor. Bu birinci tekil şahıs yaklaşımı ise ilginç bir şekilde hem subjektif hem de objektif kalabiliyor. Subjektif olan Oppenheimer’ın iç dünyasını ve beyninin içini gösteren sembolik gerçek üstü renkli sahneler son derece çarpıcıydı. Ve bir diğer perspektif ise Lewis Strauss’un (Robert Downey Jr.) sahnelerinin siyah beyaz olarak aktarılmış olmasıydı. Manhattan Projesi ve İkinci Dünya Savaşı’nın kaçınılmaz sonu olan nükleer politikalar açısından filmin durduğu yer gayet tarihsel gerçekçilikteydi… Filmin sinematografisi, mizanseni bu yazının konusu olamayacak kadar yüklü. Ancak eleştirilerden en azından birisine cevap vereyim. Filmde kullanılan IMAX 70 milimetre formatı genellikle eylemle ilişkilendirildiğinden bu filmin bu formatı neden tercih ettiğinin sırrı, formatın yakın çekimlerde dahi sağladığı uzun boylu, anıtsal görüntülerde yatıyor… Bu arada haftaya da “Barbie” filmini konuşmamız gerek!