Bir kanalda savaş çığırtkanlığı, bir kanalda yeni başlayan tarihi savaş ve kahramanlık dizisi, bir kanalda intihar ettiği iddia edilen bir genç kadının ölümünün ardından ortaya saçılan kirli ilişkiler, bir kanalda ahlaki çöküntü içindeki toplumu işaret eden ahlakçı ahlaksızlığa yönelik insan hikâyeleri, bir kanalda sağlıkçılara yönelik saldırılar… Liste böyle uzayıp gidiyor. Gelecek uzun zamandır distopik, hatta bilakis distopyanın içinde yaşıyoruz, pandeminin de ağırlaştırıcı etkisiyle. Sanırım, gelecekten umudu kesmek kadar korkutucu bir şey yok. Toplumsal açıdan uzun zamandır yaşanan bir durum bu. Tarih ve siyaset bilimi analizlerinden biliyoruz ki, böylesi bir umutsuzluk sıklıkla daha otoriter rejimlerin ortaya çıkmasına neden olur, insanların kendilerini güvensiz hissetmeleri kapanmalarına ya da güvende hissedeceği güçlü yapılara yönelmelerine…

Franco Bifo Berardi, ‘Gelecekten Sonra’ kitabında uyarıda bulunarak, devasa bir umutsuzluk dalgasının teknolojik bağlantı neslini, tahrip gücü yüksek psişik bir bombaya dönüştürecek bir intihar salgınını başlatabileceğini iddia ediyor, uğradığımız bilişsel ve psiko-toplumsal mutasyonu analiz ederek. Berardi, günümüzde çocukların annelerinden öğrendiklerinden daha çok kelimeyi bir makineden öğrenmeleriyle oluşan psişik yapımızla teknoloji arasındaki bağlantının, ister istemez bilişsel ve kültürel bir mutasyona neden olduğunu iddia ediyor.

Berardi’nin tespitlerinden beni en çok ilgilendiren ‘üzüntü’nün yaşanılışı ve toplumsal bağlardan koparılışına dair söyledikleri. Kapitalizmin ‘özgürlüğünüzü artırın’ ifadesinin gerçekte ‘üretkenliğinizi artırın’ anlamına geldiğini, insanı güçten düşüren her tür depresif ruh hali istenmeyen ve çabucak yok edilmesi gereken bir engele dönüştüğünü. Son yıllarda her yerde irili ufaklı kahve satan yer ve kafelerin artışını, enerji içeceklerinin ve kullanılan antidepresan sayılarındaki artışı da bu tespitin kanıtları olarak sunabiliriz belki. Sürekli bir uyarılma söz konusu artık, görsel, işitsel, bilgisel… Kişilerin durabilmeleri ve bir yere odaklanabilmeleri için de ilaç takviyesine ihtiyaç duydukları bir gerçek. Ama Berardi’nin de altını çizdiği gibi, sinirsel enerjilerin sürekli harekete geçirilmesi, depresif bir tepkiye de neden olabilir. Antidepresanların elbette gerekli olduğu yerler var, ama ilaç kullanıp anksiyetenin ya da depresyonun nedenlerine inmeden hayatına devam eden kişi, bir noktada hayatının kontrolünü kaybedebilir. Berardi, şu tespiti yapıyor: “Elbette eylemenin önündeki ketlemeleri depresif çekirde­ğe temas etmeden ortadan kaldıran ilaçlar, gözü kara eylemleri, kendini yok etmeye yönelik katıksız ve basit patlamaları yahut şiddetli güçleri salıverebilir.”

Psikoterapide depresyonun tedavisi uzun bir dilsel çalışma gerektirir, en önemlisi toplumsal bağları yok saymaz, ilişki içerisinde kişinin kendi özgüçleriyle temas kurarak gerçeklikle bağının güçlenmesine yardımcı olur, gerçekliğin sürekli yadsındığı ya da yeniden kurulduğu günümüzdeki gidişata karşı…

Sinirsel enerjilerin hiper-mobilizasyonu, aşırı enformasyon yükü ve odaklanma yeteneklerimizin kalıcı hasara uğraması, yaşanılan psiko-sosyal mutasyonu işaret ediyor. Berardi, bu kitabı yazdığında pandemi ortaya çıkmamıştı, ama bu mutasyonun bir diğer önemli işareti olarak, bedensel temasın seyrelmesini özellikle işaret etmişti kitabında, bireyin fiziksel ve psişik bir yalnızlığa mahkûm edilmesini… Pandemiyle birlikte bedenlerin birbirinden uzak durması, bir hayatta kalma meselesine dönüştü ne yazık ki… Yaşanılan hayal kırıklığına uğramış ‘hiper-uyarılma’, libidinal enerjinin kendi dışındaki bir şeye bağlanamaması ve geri çekilmesi depresyonu dayatıyor. Bu umutsuzluktan bizi kurtaracak olan, Berardi’nin de belirttiği gibi, öncelikle ‘sağlam’ insan ilişkileri… Ve dünyaya inanmanın yeni yollarını arayıp bulmak…