Ülkemizde yaşanılan iş cinayetlerinin sonu gelmiyor. Bu kez de Erzincan İliç’te yüreğimiz yandı. Dokuz işçimiz on binlerce ton zehirli toprağın altında kayıp ve ben bu yazıyı yazarken bu dokuz işçinin tamamının kimlikleri dahi bilinmiyordu. Kazanın meydana geldiği madeni işleten şirket yabancı ve yerli ortaklı bir oluşum. Ortaklığın yabancı tarafı (SSR Mining) %80 hisseye sahipken, çok bilindik yerli ortak (Çalık gurubu) %20 oranında pay sahibi. Yani bizim topraklarımıza ait değerler, bizim işçilerimiz eliyle çıkartılıp yabancılara kâr olarak akıtılıyor. Bu yapılırken de doğamız yok ediliyor, geri dönüşü olmayan kirlilik, uzun vadede oluşacak kronik hastalıklar, iklim değiştiren coğrafya yetmiyor bir de iş cinayetlerine kurban verdiğimiz halkımız.

Şimdi bu adına kazan denilen sadece iş değil, aynı zamanda çevre cinayetinin göz göre gelmesinden tutun da maden izninden başlayan ve her aşamasında yaşanılan tüm rezillikler ortaya tek, tek dökülüyor. Muhalif basın bu konuda üzerine düşen görevi yerine getiriyor. Bu nedenle ben bilinen ve tekrar olabileceklerden farklı olarak konunun bir başka yanına değinmek istiyorum.

∗∗

Bilindiği gibi ülkemizin iş cinayetlerinde Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü olma kötü istatistiki derecesi iddiaları sürüyor. ( Avrupa Birliği’nin (AB) resmi istatistik ofisi Eurostat ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) verilerine göre Türkiye iş kazalarında en fazla insanın hayatını kaybettiği ülkeler sıralamasında birinci.) Bu kötü verileri ortadan kaldırmaya yönelik olarak 2012 yılında çıkartılan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu aradan geçen 12 yıla karşın hiçbir derde deva olmadı. Bilakis adına artık iş cinayeti denilen kazalar artarak devam ediyor. Burada konuyla ilgili verilere bir kez daha yer vermeye gerek duymuyorum. İlgi duyanlar özellikle de bu konuda çok önemli çalışmalar yapan İSİG (İşçi Sağlığı ve İş güvenliği Meclisi) çalışmalarını web sitesinden raporları görebilirler.

6331 Sayılı yasa ile birlikte işletmelere İSG (İş Sağlığı Güvenliği ) uzmanı bulundurma ve/veya bu hizmeti bir Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi (OSGB) aracılığı ile almak zorunluluğu getirildi. Devlet bu yolla kendi üzerinde bir yük olarak gördüğü ve yerine getiremediği çalışma hayatının denetimini adeta özel sektöre devir etti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı görev yapan müfettişlik müessesi neredeyse ortadan kalktı. Artık bir işletmede ancak kaza meydana geldikten sonra (o da ölümlü kaza olursa) müfettişler olay sonrası soruşturmaya gider oldular. Devletin bu konudaki denetim mekanizması adeta ortadan kaldırıldı.

Pekiyi bunun yerine ne geldi?

İşverenin sigortalı elemanı olan ve/veya işverene her ay fatura kesen bir OSB de çalışan ve maaşını bu fatura sonucunda yine işverenden alan İG uzmanları. Bu uzmanlar işyerlerinde İş güvenliği eğitimi, risk analizi, saha denetimi, gibi konularda faaliyet gösterip gördükleri eksiklikleri işverene bildirmekle ve kayıt altına almakla yükümlüler. Buna karşın işveren bu önerilere kulak asmayıp özellikle de maliyet gerektiren iyileştirmeleri yapmaktan kaçınabiliyor. Bu durumda İG uzmanının yapabileceği tek şey konuyu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bildirmek. Yani İG uzmanının gördüğü risk karşısında işi durdurmak yetkisi yok.

∗∗

Şimdi konunun burasında size somut bir olaydan bahsetmek isterim.

Program yaptığım kanalda geçtiğimiz gün İliç faciasını işledik ve ben programa aynı zamanda Jeoloji Mühendisi olan bir A gurubu İş güvenliği uzmanını konuk ettim. Mühendis arkadaş halen benzer iş kolunda uzmanlık faaliyetini sürdürüyor ve İliç faciasının yaşandığı maden şirketinin alt işvereni (taşeron) olan bir şirkette geçmişte uzman olarak görev yapmış. Bu görevi sırasında (iş kolu aynı olduğu için) benzer bir heyelan tehlikesini tespit ediyor. Bu tehlikenin dikkate alınmadığını gördüğünde Çalışma Bakanlığı’na bildirimde bulunmak zorunda kalıyor.

Sonuç ne oluyor dersiniz?

İşveren kuruluş Bakanlığa bildirimde bulunan bu uzmanı işten çıkarıyor ve uzmanın açtığı dava 2 yıla yakın bir süredir devam ediyor. İşte bu yüzden bu yasa çıkartıldığından beri eksikliklerle dolu bir yasadır diyoruz. İş Güvenliği uzmanı bağımsız olmalıdır, mutlak iş güvencesine sahip olmalıdır. İşinin kaygısıyla çalıştığı sürece görevini yerine getiremez diyoruz.

Ama tabii sadece bunu da demiyoruz Devlet Çalışma hayatının özellikle de İşçi sağlığı ve İş güvenliği alanındaki denetim görevini eskisinden de daha yoğun biçimde arttırmalı ve artık piyasalaşan bu alanı sadece özel sektörün kontrolüne bırakmamalıdır.

∗∗

Son olarak da çalışanların bu konuda ki kullanamadıkları iş görmekten kaçınma (çalışmamak) hakkına değinmek isterim.

İSG kanunu 13. Madde ile düzenlenen bu hak işçiye bir risk durumunda çalışmamak hakkını da içeren bir düzenlemedir. Ancak gelin görün ki tıpkı İG uzmanı örneğinde olduğu gibi işin durmasına sebep olabilecek bu tür bir hakkı işinin, ekmeğinin kaygısıyla pek çok çalışan kullanmaktan kaçınmaktadır. Yaptığımız söyleşi de uzman arkadaşta “bunca yıldır sahadayım bu hakkını kullanan işçi görmedim” diyerek düşüncemizi teyit etti.

Sonuç itibarı ile ben sebep sonuç ilişkisi bağlamında pek çok yönü olan bu facianın sadece belirli bir yönüne dikkat çekmeye çalıştım. Bu başta da belirttiğim gibi konunun kirli ilişkilerden tutunda tüm diğer olumsuz yanlarını görmediğimiz anlamına gelmiyor. Ancak çalışma hayatımızın özellikle de İşçi sağlığı ve İş güvenliği ile ilgili mevcut yasalarındaki eksiklikleri gidermeden bu konuları daha çok yazar ve konuşuruz. Bu ülkenin iş yasalarına işverenlerin talepleri doğrultusunda işçi haklarını budayan daha fazla esneklik değil, daha fazla İş güvencesi ve iş güvenliği yasaları gerekiyor.