Siyasal ve sosyal belirleyicilerin başında kaygı geliyor. Otobüs durağında öpüşüyorlar diye sinir krizi geçiren kadınla, belediye otobüsünde "benim ülkemi lezbiyen yapamayacaksınız" diye bağıran kadın, benzer bir ruh hali içinde. Aynı kaygının diğer kutbunda kimliklerini özgürce yaşamak isteyenler... Popülist sağ politikacılar, dünyanın pek çok yerinde eşcinselliği, ekolojik felaketlerden daha büyük bir tehlike olarak göstermenin gayretinde oldular, oluyorlar.

UTANÇ

Kaygı ve depresyonun hızla kitleler içinde yayıldığı ve halk sağlığını tehdit eder hale geldiğini pek çok araştırma gösteriyor. Günümüzde insanları kaygıya karşı dayanıksız hale getiren en önemli nedenlerden biri, uygulanan politikalarla toplumsal bağların çözülmesi ve bireylerin özneleşmelerinin engellenmesi, kimliğin zayıflatılması. Gıda ya da ilaç endüstrilerinin neden olduğu fiziksel tehditle birlikte, dijitalleşmeyle birlikte gelişen yeni medya araçlarıyla psikolojik açıdan da günümüz insanı kuşatılmış durumda. Bu kuşatmanın 'sahte kendilik'ler yaratması dışında, insanların kendileri hakkında bilmekten utandıkları ne varsa üzerlerine boca edilmesi. 'Black Mirror' TV dizisinin pek çok bölümünde bu sorun işlenmişti. Dizinin 6’ncı sezonundaki 'Joan is Awful' adlı bölüm, bu açıdan çarpıcı, insanın kendisi olmaktan nasıl utandırıldığı, teşhir ve linçle birlikte gösteriliyor.

BUHARLAŞMA

Bu sorunun çözümü, yani toplumu bir arada tutmanın yolu, muhafazakârların yasakçı yaklaşımlarından ziyade, kültürün değişen bütün dinamikleri, dürtüleri, kimlikleri içine alarak genişlemesi. Kaygı, 'gerçek'ten duyulan korkudur; bu yüzden adlandırmakta zorlanılır, bastırılır. Bastırılamaz ya da inkâr edilemezse yıkıcı etkileri olur, travmatik bir deneyime dönüşebilir. Kaygıyla baş etmenin yolları öğrenilir, yüzleşilmesi bazen zordur, yardım gerekir. Eğer kişi, içinde utandığı dürtülerin olduğunu ve bu dürtülerin tehlikeli sonuçları olacağı bilgisine sahipse kendi benlik bütünlüğünün bozulması tehdidiyle karşı karşıya kalır. Artık geçerli olmayan önceki imajıyla ne kadar özdeşleşirse o kadar kendisini sahte hisseder. Bu sahtelik hissi, onu daha da katılaştırır, çünkü sahte olan her zaman katı, gerçek olan ise her zaman esnektir. Ama ne kadar katı olurlarsa olsunlar, Marx'ın dediği gibi katı olan her şey buharlaşır.

AGORAFOBİ

Kültür, bu dürtüleri, kimlikleri kabul eder, özneleşmenin önünü açarsa yaşar; kapatır, engeller, yasaklarsa kendi krizlerini yaratarak zayıflar, dağılır. Sanırım bu sorunu, sinsi politikacılar ve muhafazakâr insanları birbirinden ayırarak ele almak gerek. Sinsi politikacıların neden bu kışkırtmalara başvurduğunu siyaset bilimciler pek güzel açıklıyor. Muhafazakâr insanların tepkisi, daha çok sınırlarla ilgili korkularından kaynaklanıyor. Örneğin bir kaygı bozukluğu türü olarak Agorafobi, yani açık alan korkusu, bilinçdışı olarak diğer insanlara aşırı fiziksel yakınlıktan duyulan korkudur. Bilinçdışı olarak bu korkuyu yaşayanlar, başkalarıyla etkileşime girip onların istekleri tarafından işgal edilmemek için dışarı çıkmak istemezler. Yani kişi ile diğerleri arasında bir bariyer eksikliğinden kaynaklanan bir boğulma hissederler, ötekilerin istekleri tarafından işgal edilmekten korkarlar. Bir özne olarak sınırları yeterli dirence sahip değildir. Açık alanda öpüşen bir çifte kendinden geçerek tepki veren birinin, özel hayatında sınırlar koymakta zorlanan, özneleşmesi engellenmiş, iradesini eşine, anne-babasına ya da bağlı olduğu topluluğa teslim etmiş olması yüksek ihtimal. Bu yüzden kendi sınırlarına müdahale edilmiş gibi hissediyor, tıpkı Agorafobisi olan biri gibi kişisel bir tehdit olarak yaşıyor durumu. Son yıllarda dünyanın dijitalleşerek yaşadığı hızlı değişim, kültürel açıdan kaygı üreten dinamiklere fazla yük bindirdi. Bu da popülist sağ politikacıların iştahını kabartan bir fırsata dönüşmüş gibi gözüküyor. Uygun siyasi bir ortam da insanların bu korkularını daha açık yaşamalarına neden oluyor. Ama biliyoruz ki, değişmeyen kültürler yok olurlar. Er ya da geç değişecek,..