Artık geri dönüşü olmayan bir yerde miyiz? Yerel seçimler, bunun böyle olup olmadığının bir testi gibi düşünülüyor. Başkan adayı gaf mı yapmış, adı yolsuzluklara mı karışmış, seçmenin bir kesimi için bunların önemi yokmuş gibi görünüyor, zaten çoktan kararlarını vermişler de formaliteden oy kullanılacakmış gibi bir hava var. Çoğunluğun yüzleşmeye ve şüphe etmeye ihtiyacı var mı?

DESTOPİK

Norgunk‘tan çıkan Deleuze ve Guattari‘nin ‘Bin Yayla‘ kitabında, ‘paranoyak despotik rejim imi‘nden bahsedilir: “Bana saldırıp acı çektiriyorlar, ama ben onların niyetlerini biliyorum, onlardan bir adım öndeyim, bunu hep biliyordum, güçsüzken bile güçlüyüm, onları alaşağı edeceğim.” Kitapta şöyle bir sahneden bahsedilir bu imin nasıl sonlanmayacak bir şekilde yapılandığına dair: “Eşiniz size tuhaf bir ifadeyle baktı ve kapıcı size bu sabah vergi dairesinden bir mektup getirdi ve size şans diledi, sonra köpek pisliğine bastınız, kaldırımda saatin akreple yelkovanı gibi duran iki tahta parçası gördünüz, iş yerinize girdiğinizde arkanızdan fısıldaşarak konuştular.” Bütün bu işaretlerin paranoyak zihin için anlamı nettir, dört bir yandan onu kuşatan kaygan atmosferin varlığı onu güçsüzleştirse de, bütün bu işaretleri yan yana koyup gerçeği gördüğünü sanarak efendi pozisyonunda yer alır, her şey onunla ilgili olduğu için önemli biridir, öyle ki “krallara yaraşır bir öfke duygusuyla” aşırı güce ulaşır. Türkiye‘deki siyaset okumaları, çoğunlukla bu şekilde gerçekleşir, göstergelere değil de imlere dikkat edilir: “İm ime gönderir ve bu göndermeyi sonsuza kadar sürdürür.”

KÜSMEMEK

Bu ülkede yaşayan herkesin vazgeçmeden, terk etmeden, pes etmeden ‘geri dönmeye’ ve her şeyi yeni baştan gözden geçirmeye ihtiyacı var. Geri dönmek her zaman vazgeçmek anlamına gelmez. Siyasetten değil, bütün bu despotik siyaset yapma araç ve anlayışlarından vazgeçmek... Dindarsanız dinden değil, din olarak size sunulan yapılardan vazgeçmek gibi... Bu liste uzatılabilir. Âşık olup hayal kırıklığına yaşayan birinin aşka küsmesi gibi yapmayıp, siyaset yapılma tarzına küsüp siyasete küsmemek...

SONUNA KADAR

Edebiyat ve sinemada bu ‚geri dönme‘nin pek çok örneği var. Örneğin Özcan Alper‘in ‚Karanlık Gece‘sindeki İshak‘ın geri dönmesi gibi. Geri döner ve geçmişteki bir olay aracılığıyla yüzleşmeler yaşar. Ama bu yüzleşmeler korkutucudur, cesaret ister, sonuna kadar gitmeden kahramanın içi bir türlü rahat etmez sanki. Kafka‘nın romanlarında da karakterler sonuna kadar gider, umutsuzluklarında ve çaresizliklerinde sabırlıdırlar, onlar için olmasa da umut bilinmeyen bir gelecekte ve başkaları için vardır. Günümüzde bu tür karakter örnekleri azaldı. Sahte bir umuda sarılmak, umutsuzlukta sabır gösterip daha gerçek bir umudun peşine düşmeye tercih edilir oldu. Olumlu düşünme baskısı, bireysel sağ kalım için neredeyse bir koşul olarak karşımıza çıkıyor. "Güzel şeyler düşün, başına güzel şeyler gelsin" düsturu kişisel gelişim endüstrisinin ana izleklerinden biri. Belki de bu yüzden umutsuzlukta sabır göstererek hakikat arayışında olan eserler, fikirler gündemin dışında tutulmaya çalışılıyor, içi boş yaşamları maskelemek için üretilen hazır kimliklere uygun eserler ve fikirler öne çıkarılıyor.

Yazının başındaki soruya dönecek olursak, geri dönülemeyecek bir noktada olmanın umutsuzluğuyla geri dönmeden gerçekçi bir umut yaratmak imkânsız. Kafka‘nın karakterleri gibi, umutsuzca umut etmekten başka bir yol görünmüyor. Kafka‘nın belki de insanlığa gösterdiği en önemli şey, bilinçli ya da değil başkalarının acılarını kabul etmemenin temel acımızın nedeni olduğu gerçeğiydi. Belki geri dönerek umutsuzluğa neden olan bu gerçek acıyı çözecek çareler buluruz.