Google Play Store
App Store

Ne iyi ettiniz de yasak ettiniz şu gökkuşağını, sayın Valim! Çocukluğumdan beri en büyük korkularımdandı gökkuşağı denilen şey... Babaannem, gökkuşağının altından geçince kız olan oğlanlarla oğlan olan kızların hikayelerini anlatırdı da, “Ya bir gün yanlışlıkla gökkuşağının altından geçersem?! Ya şeyim düşerse?!” diye düşünmekten geceleri gözüme uyku girmezdi. Bu yaşıma geldim, hâlâ yağmur sonrası güneş çıkarsa korkudan yerimden kıpırdayamıyorum sayın Valim!

Şimdi, Boğaziçi'ydi, ODTÜ'ydü, Eskişehir'di, İzmir'di falan, bu 'renksever'leri hiçbir yerde sokağa çıkarmıyorsunuz ya, Allah sizi başımızdan eksik etmesin sayın Valim, ama tehlikenin büyüğü kuzu postuna bürünmüş kurt gibi dolanıyor etrafımızda! Ben de vatandaşlık görevi icabı, dikkatinizi Osmanlı tarihine çekmek istiyorum Valim!

Bu Osmanlı tarihinin müfredattan acilen kalkması gerekiyor sayın Efendim! Uzaktan bakanlara “Ne güzel işte, yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadına, şanlı dedelerimizin hikâyelerini anlatıyoruz.” gibi geliyor, amma velakin aslı hiç de öyle değil büyük Valim! Hani, devlet-i ebed müddet uğruna küffar üstüne yürüyen yeniçeri dedelerimizin savaş sırasında mübarek erkeklik ihtiyaçlarını karşılayan civelek taburları vardı ya sayın Valim, mesele ondan da büyük!

***

Hani Jean de Thevenot diye bir gavur seyyahın "Aşka çok düşkündürler, ama bu hoyrat bir aşktır, çünkü Türklerin oğlancılığı meşhurdur ve bu onlarda çok yaygın görülen bir günahtır, bunu pek gizlemezler ve şarkılarının belli başlı konusu da ya bu iğrenç aşk türü veya şaraptır.” demesi var ya, o ne ki, peh! Sonra, hani Stephan Gerlach adlı bir başka gavurun anlattıkları var ya: "Johannes Segediner bize Türklerin oğlanlarla ahlak dışı ilişkilerinden de söz etti. Oğlanların gösterişli giysilerle ve süslenerek yüksek beyefendilerin evlerinin önünden geçtiklerini, dikkatleri üzerlerine çekmek için gayret sarf ettiklerini ve en adi kadınlardan daha beter davrandıklarını anlattı.” Bunu da geçin sayın büyük Valim, bunlar hiç! Biz bunları “Gavur lafıdır!” diye öteler geçeriz, amma velakin, bu 'bizimkiler'in kendi yazdıklarını nasıl açıklayacağız sayın Büyüğüm?! 

Bizim oğlan tarih dersinde proje ödevi olarak “Fatih Sultan Mehmet'in Divanı” konusunu almış, elinde bir kitap, geldi bana sordu. Hem vallahi hem billahi, o altmışıncı gazeli görmesin diye nasıl çırpındım bir bilseniz! Hani şu yakışıklı genç papaz şeyi var ya... Şimdi, sayın büyük efendim, oğlan bana dese ki “Haydi Jean ile Stephan gavur, hep bizim kötülüğümüzü isteyen dış minnaklar... Peki bunlar ne baba?!” Ben şimdi bu iç mihrakları nasıl anlatayım, efendim Valim?

Kardeşimin kızı ilahiyat son sınıfta okuyor, muhterem Valim. Kız geçen gelmiş, diyor ki “Dayı, sen Ahmet Cevdet Paşa'yı bilir misin?” Böyle bir kabardım, kocaman ilahiyat talebesi gelip bana böyle sorunca. “Tabii kızım!” dedim, “Bilmem mi?! Ulu hakanımız Sultan 2. Abdülhamit Han Hazretleri'nin bizzat görevlendirdiği tarihçi.” Ama ne güzel anlatıyorum sayın Valim, o sırada aklımda da Abdülhamit dizisinin müziği çalıyor, peeey pey! 
Neyse, yeğen dedi ki, “Halifeler tarihiyle ilgili tezim için Ma'ruzat'ı okuyordum da, şu pasajlara denk geldim.” Sonra başladı okumaya: “Zen-dostlar çoğalup mahbûblar azaldı. Kavm-i Lût sanki yere batdı. İstanbul'da öteden berü delikanlılar içün ma'rûf u mu'tâd olan aşk u alâka, hâl-i tabî'îsi üzre kızlara müntakil oldu. ...Küberâ içinde gulampârelikle meşhur Kâmil ve Âlî Paşalar ile anlara mensûb olanlar kalmadı. Halbuki Âlî Paşa da ecânibin i'tirâzâtından ihtirâz ile gulâmpâreliğini ihfâya çalışurdu.” 

Beni ağzı açık görünce, herhalde anlamadığımı sandı, “Dur bi de Murat Bardakçı'nın Türkçesinden aktarayım.” deyip çıkardı telefonunu, Hürriyet arşivinden okudu: “Kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı. Oğlancılık sanki yere battı. İstanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. ...Devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur Kâmil ve Âli Paşalar ile onlara mensup olanlar kalmadı. Âli Paşa, yabancıların eleştirisinden çekinerek kulamparalığını gizlemeye çalışırdı.”
Ama dur, büyük Büyüğüm, daha fenası geliyor! Kız dedi ki: “Ama daha ilginç bir şey var: Bardakçı da dahil, Türkiye'de hiç kimse bir sonraki paragraftan hiçbir şekilde söz etmiyor.” 

***

Ah sayın valim, yeğen böyle deyince ben 'ecel teri' neymiş onu öğrendim! “Dur hele!” demeye kalmadı, okudu: “Sultan Abdülmecid Han Hazretleri hakikaten melek-haslet bir pâdişâh-ı âlî-câh olduğu halde, o da nev'-i beşerden değil mi? Bu rüzgar ânı da çarpdı. Âlemin bu inkılâbâtı arasında, o dahi kadınlardan ba'zılarına mahabbet ü rağbet buyurdu.” Sonra bana baktı, “Yani şimdi, dayı, bizzat 2. Abdülhamit'in görevlendirdiği tarihçi diyor ki, Abdülhamit'in babası, yani 31. padişah ve 110. halife de LG...” 

Tam o sırada “Öhhööö!!!” diye bir öksürük krizine yakalandım ki sayın Valim, hâlâ geçmedi; oğlanla yeğen yaklaştıkları zaman öksürük nöbeti başlıyor. Artık nerede Osmanlı tarihi, orada öksürük! 

Bu öksürüğün geçmesi önemli değil de, büyük Valim, bu ülke kocaman bir gökkuşağının altında duruyor ya, işte şimdi onu yasaklamanız lazım!