Julia Kristeva, Dostoyevski hakkında yazdığı ve 2021'de yayımlanan 'Dostoyevski in the Face of Death' adlı kitabında, Dostoyevski için, insan türünün yaşama mücadelesinde vazgeçilmez olan psişik ve kültürel surları inşa etti diye yazar. Sanat ve edebiyatın insan için gerekliliği, daha iyi ifade edilemezdi muhtemelen. Fiziksel ihtiyaçların karşılanmasının insanın yaşaması için yeterli olmadığı, özellikle gelişmiş ülkelerde antidepresan kullanım oranlarındaki artıştan belli. Mesele sadece kültür sanat üretiminin olması da değil, üretiliyor, yapay zekânın da dahil olduğu çeşitli biçimlerde. Ama gerçekte ortaya sağlam surlar mı çıkıyor, yoksa kâğıttan kullan at geçici koruyucu ya da oyalayıcı aparatlar mı? Şimdi o surlar delik deşik, daha çok turistik bir müze ya da anıt muamelesi görüyor gibi.

HIZ YANILSAMASI

Hız yanılsamasının herkesi içine alan şu 'geç kalmışlık' hissi ve bu kadar kitap arasında hangi kitap değerli vaktin harcamasına değecek karmaşası çoğu zaman okumanın yerine dinlemeyi ya da izlemeyi öne çıkarabiliyor. Benim içinse dinleme ya da izleme okumanın yerini alamadı bir türlü. Dinler ya da izlerken pasif hissediyorum kendimi, ama okurken yazan kişiden bağımsız okuduğum metinle farklı bir biçimde kaynaşma, daha önceki okumalardan edindiğim bilgiler ve hayal gücümle farklı bir yoğunluğun içine girebiliyorum. Bu yüzden YouTube'dan saatlerce video izleyenlerin sıkılmayışları benim için ilgi çekici. Onlar içinse benim gibilerin sıkılmadan saatlerce kitap okuması muhtemelen şaşırtıcı.

İLGİSİZLİK

Adam Phillips, Türkçede yayımlanan 'İlgi Arayışı' adlı kitabında benzer bir şey söylüyor, "Elbette çoğu kişi edebiyattan, sanat ve felsefeden ziyade o 'iletişim formlarıyla' -sosyal medya- daha çok ilgileniyor; ayrıca adanmışlık seviyesinde bir ilgi, sabır ve özveri herkesin değer verdiği şeyler değildir..." Ve bu ilgi kaybının kültürle değil de ahlak kaybıyla ilişkisini sorguluyor. Kendi yetiştiği kültürel iklimi, "özgürlükçülüğün bazı türlerinin yaptığı gibi, kendi kendini sorgulama ve kendinden bile şüphe etme özgürlüğüne ve yeteneğine sahip olmakla övünür" olarak tanımlıyor. Ama bu yaklaşımın kendi içindeki açmazları da göstererek, "bir yere adanmamış ilgi, muhtemelen başka bir yere adanmış ilgidir" diyerek, eskiden olduğu gibi sınırları belli ilgi alanlarının dağılmasının sonuçları üzerinde duran sorular soruyor: "Karmaşık veya daha geniş pencereli bir zihin bize ne fayda getirebilirdi? Daha fazla merak içeren bir yaşam nasıl bir yaşam olurdu? Ne tür bir sosyalleşme veya cinsellik getirirdi? Hayatlarımız, odaklanma olmadan nasıl olurdu? Veya ilgi alanlarımız için her zaman bir reçete yazılmasa veya bilinen bir amaca gitmek üzere bir araç olarak tanımlanmasa ne olurdu?" Sanırım, şu an yaşanılan şey olurdu, ilgisizlik, boşluk... Edebiyat öğretmenim bana şiir kitapları vermeseydi, şiir yerine neyle ilgilenecektim? Tam tersi, edebiyat öğretmenim beni şiirle ilgilenmeye zorlasaydı, ilgilenmiyorum diye düşük not verseydi, şiirle ilgim ne olacaktı?

AHLAK

Burada asıl önemli olan, özellikle ahlakla ilgili yaşanan tartışmalara ve sorunlara bakınca, Adam Phillips'in kitabında hatırlattığı gibi Winnicott'ın önerdiği şey olsa gerek: "Winnicott, 'Ahlak ve Eğitim' adlı makalesinde (...) yetişkinlerin, 'etrafa yalnızca objeler değil (ayıcıklar, oyuncaklar vs) aynı zamanda ahlak kuralları da bırakabilecekleri' önerisini getirir; böylece çocuk, kendisine yetişkinler tarafından empoze edilmiş, yalnızca uyum gösterip kopyalayacağı fakat kendi tarzında kullanamayacağı bir ahlaka sahip olmak yerine ilgisini çeken şeyi kendi arzusuna göre takip edebilecektir (bu tablo, dayatılan ve manipüle edilen bir ilgi yerine doğal, doğuştan gelen, kişisel sürüklenmelere dayanan bir ilgiden bahseder). Böylece çocuk 'kendi ahlak kapasitesine erişir... ve dönemin ahlak kurallarını veya genel kültürel mirasını kullanmak veya kullanmamak adına kendi yolunu çizebilir."

KARMAŞA

Sanırım, Winnicott'ın bahsettiği şey, Kristeva'nın edebiyat ve sanata dair tespitiyle ilişkili: Şairler, yazarlar vs, eserlerine ahlak kuralları da serpiştirirler ve bizler onları okuyup oyun hazzını yaşarken o ahlak kurallarından bazılarını seçip kendi ahlak kapasitemizi geliştirerek bizi koruyacak kendi surlarımızı inşa ederiz. Kültür ve sanatın yaptığı şey, ahlak kurallarını dayatmak değil, seçebileceğimiz çeşitli ahlakları ulaşılabilir kılmaktır. Böylece bir çocuğun oyuncakları kendi arzusuna göre şekillendirip kullanması gibi, çeşitli ahlakları ihtiyacımıza göre şekillendirip kendimize ait kılabildiğimizde içimizdeki boşluk da, neyi arzuladığımıza dair yaşadığımız karmaşa da bir nebze olsun hafifler ya da sona erer.