31 Mart günü zifiri karanlık içinde geçecek bir güne uyandık; elektrik yok, su yok, ulaşım yok, hastanede hizmet yok, okullara erişim yok, esnafa iş yok, madenler kapalı…

İşin uzmanları noktayı koydu: Sorun yapısal, yani AKP’nin özelleştirmeye dayalı enerji politikalarıdır.

Bugüne kadar ülkenin başına bin bir türlü facia geldi. Bu ülkenin insanları acıların en beteriyle sınandı. Her birinin bir “nedeni” ve bir “sorumlusu” olduğu gibi 31 Mart karanlığının da nedeni ve sorumluları var. Ve ne yazık ki her facia, ileride yaşanabileceklerin sadece başlangıcı niteliğinde.

31 Mart’ta ne oldu? Tam anlamıyla hayatımızdan bir günümüz çalındı. Gün bitiminde de,  Türkiye ile Japonya arasında nükleer santral yapımına ilişkin kanun tasarısı Meclis Genel Kurulu’nda onaylandı.

Mart ayı tarihin en büyük nükleer facialarından Fukuşima’nın yıldönümü aynı zamanda. Hatırlanırsa, 2011’de başlayan ve hâlâ nükleer sızıntısı durdurulamayan bu kazanın üzerinden yıllar geçti, uzmanlar bu kazayı  Çernobil felaketinden sonraki en büyük ikinci nükleer kaza olarak tanımladılar.  Radyoaktif etkiye maruz kalanlar evlerini, kentlerini bir daha dönmemesine terk etmek sorunda kaldılar. Altını çizmek gerekirse bu felaket Türkiye’ye göre çok daha ileri bir teknolojik altyapıya sahip Japonya’da meydana geldi.

Bizde ise göz göre göre faciaya davet çıkartılıyor…

AKP, ETKB’nin 2015-2019 Stratejik Plan’ında elektrikte yaklaşık yıllık yüzde 6’lık bir talep artışı öngörüyor. 2013’te de yüzde 6’ya yakın bir talep artışı öngörülürken gerçekleşen artış sadece yüzde 2 civarı olmuştur. 2013 yılında ekonomi yüzde 4,2 oranında büyürken, 2014 yılındaki büyüme yüzde 2,9 oldu. 2015 yılı için ise tablo karanlık. IMF ve Dünya Bankası, Türkiye için büyüme beklentisini daha da düşürerek yüzde 3,5’e indirdi.  Şimdi nükleer santrallar için gösterdikleri en büyük gerekçe talep artışıysa, hangi talep? Sanayinin talebi mi, vatandaşın talebi mi? Lakin ikisinin de durumu böylesi bir gerekçeye denk düşmüyor…

İkinci bir nokta ise,  Türkiye’nin nükleer santral sahibi olarak, “ileri” olarak adlandırılan nükleer teknolojiye sahip olacağı yalanına ilişkindir. Nasıl ki Akkuyu‘da teknoloji sahibi Rusya ise, İğneada’da bu teknolojiyi üreten Türkiye olmayacaktır. Türkiye bu işin taşeronu olacaktır.

Daha geniş anlamda insanlık için ileri teknoloji, toplum yararını gözeterek en temel hak olan enerjiden yararlanma hakkını tüm insanlara yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli, güvenilir bir şekilde, toplumun üretici ve yaratıcı güçlerini harekete geçirerek sunmaktan geçer.  Diğeri ölüm teknolojileridir ki dünya halkları, bilimin emperyalizmin hizmetine sunulmasıyla sonuçlarını çok acı bir şekilde yaşamışlardır.

• • •

Nitekim Türkiye’deki nükleer santral projelerine karşı işin uzmanları, mühendisler artık neredeyse bağırıyor; “Enerji üretmek mi istiyorsunuz, ülkenin rüzgârı var güneşi var” diye.

Ama dedik ya burada amaç ne “talebin karşılanması” ne de “yerli enerji üretiminin sağlanması.”

Küresel kapitalizmde yaşanan “kriz-büyüme-aşırı üretim- tekrardan kriz- tekrardan büyüme” döngüsüne bağlı olarak Uluslararası Enerji Ajansı’nın da verileriyle görülüyor ki son 30 yıldır kullanılan enerjinin niceliği de bileşimi de değişti. Maliyetindeki artışa da bağlı olarak petrol kullanımının yüzde 46’lardan %33’e inmesi doğalgaz, yenilenebilir enerji ve de nükleeri ön sıralara çıkardı. Ne var ki nükleer, doğa ve insanlığa verdiği geri dönüşü olmayan tahribatlarla ihtiyaçtan çok bir tercih olarak ayrı bir yerde duruyor.

İhtiyaç mı, yoksa küresel pazarda oluşan bu kârı kapma tercihi mi? sorusuna bir örnekle yazıyı tamamlayalım;

Türkiye’ye göre daha gelişmiş sanayisi ve daha fazla enerji ihtiyacıyla Almanya, elektrik ihtiyacının dörtte birini karşıladığı nükleer santrallarını hatırlanırsa Fukuşima’dan sonra verdiği kararla 2022 yılına kadar kapatacağını açıklamıştı. Bunun yerine insan ve doğa dostu güneş, rüzgâr kaynakları, kent artıkları/çöpler üzerinden üretilen enerji vb kaynaklarına yöneliyor.  Almanya’nın güneş, rüzgâr gibi doğal kaynakları Türkiye’ye göre daha az olmasına rağmen bu yollardan enerji üretmeyi tercih ediyor. İstese daha fazla sermayeye ve teknolojiye sahip olması nedeniyle nükleer santralı Türkiye’ye göre çok daha düşük bir maliyetle kurabilir. Ama tercih etmiyor. Ve altını çizelim… Almanya değil ama Türkiye bir deprem bölgesidir.