Güzelliğin Portresi: Amerikan usulü bir ev gerilimi
Yerli korku gerilim türü için bir kapı aralaması, uluslararası arenaya göz kırpması açısından yönetmenlik koltuğunda Umut Turagay’ın oturduğu Güzelliğin Portresi filmini ve özellikle Burçin Terzioğlu’nin sinemaya ne kadar yakıştığını bir kenara not edelim derim
BKM ve CJ Entertainment’ın ortak yapımcılığındaki Güzelliğin Portresi filminin özgün hikâyesi Kore’ye ait. Serbest uyarlama diye tanımlanan senaryosu ne kadar serbest bilemiyorum çünkü uluslararası kaynaklarda adaptasyon senaryonun Tayland’ın ünlü korku filmi senaristi Eakasit Thairaat tarafından yazıldığı da geçiyor. Şunu baştan söyleyeyim bu film düzenli olarak sinemaya giden ve sinemayı takip eden ortalama bir seyirci için fazla basit ve taklit. Bize ait durmayan filmin fazla Amerikan gözükmesi ise belki de filmin uluslararası satışı için olabilir.
FAZLA AMERİKAN TAKLİDİ
Güzelliğin Portresi, Amerikan yapımı bir filmin sahne sahne kopyalanarak yapılmışı gibiydi. Bu hissi ele veren şey yönetmenlikten ziyade prodüksiyon tasarımı ve sanat yönetimi. Büyük bir villada geçen filmde bu villanın iç mekanlarının organik olarak bağlantılı olmadığı anlaşılıyordu. Duvar boyaları gibi bazı detaylar fazla dekor duruyordu. Detaylar da Amerikan duruyordu; ilaç kutuları, polis karakolu bunlardan sadece bazıları. Ev içi koridor takip sahneleri çok kötüydü, çünkü o uzunlukta bir koridorun olmadığı belli oluyordu. Karakterler kamera ile takip edilirken koridor/merdiven/giriş kapısının birbirinden bağımsız alanlar gibi durması kurgu masasında da önlenememiş ne yazık ki. O yüzden bu tür filmlerin en önemli ama en önemli ayağı olan hatta bir karakteri olan ‘ev’in iç ve dış mekanları aksıyordu.
ANA AKIM YÖNETMENİ TURAGAY
Sinemaya sık gitmeyen, yabancı korku/gerilim türünün takipçisi olmayan özellikle yerli dizi izleyicisi için iyi bir alternatif film. En azından onlar için cinli, büyülü, bol çığlıklı filmler arasında fark edilmesi gereken bir yapım. Tüm klişelere rağmen filmde Türk sinemasında alışık olmadığımız bir tutarlılık vardı; atmosfer, müzik kullanımı ve oyunculukların örtüşüyor oluşu. Bunda filmin yönetmeni Umut Turagay’ın payı büyük. Kendisi benim için Türkiye’de bir beklenti yaratabilecek ana akım sinema yönetmenlerinden. Estetik anlayışı olan, kamerayı canlı bir araca çevirmeyi başaran, kültürel derinliği hissettiren sahneler yaratan bir isimdir Turagay. Açıkçası onu, proje bir filmde değil de özgün bir sinema filminde yönetmen koltuğunda görmek istiyoruz. Bu vesileyle bir kez daha söyleyeyim, harika filmler ortaya çıkaracak yönetmenler, görüntü yönetmenleri, reji ekipleri var bu ülkede ama maalesef senaryolar yok. Ciddi anlamda yok.
TERZİOĞLU UMUT VERDİ
Sinemanın bu türü, genelde en kötü oyuncu performanslarıyla geçiştirilir, o yüzden filmin üzerine konuşulabilecek oyunculuklara sahip olması bile başlı başına başarı. Özellikle Burçin Terzioğlu’nu ilk kez izledim ve beğendim. Özellikle gerilim, korku ve polisiye türlerinde son derece sırıtan, çiğ duran oyunculukların dışına çıkarmış seviyeyi ve iyi bir performans ortaya koymuş. Umarız nitelikli sinema filmlerinde kendisini görürüz. Melisa Şenolsun’un ismini ilk kez bu filmle duydum ve filmin başlarındaki natürel, içe kapanık, çekingen hallerindeyken oyuncuyu daha çok beğendim hatta o sahnelerde kendisinden 1990’lar Carre Otis havası aldım; Zalman King’in ‘91 yapımı Wild Orchid filmindeki hali gibi geldi. Umarım ileriki projelerde yönetmenler Şenolsun’u vamp kadın yerine zahmetsiz doğal ve masum karakter olarak değerlendirirler. Birkan Sokullu’yu ise bu sene festivalde yarışan Kronoloji filminde izlemiştim ilk kez, açıkçası hem bu hem diğer filmdeki karakterlerin benzerliği ve oyuncunun performanslarının aynı oluşu Sokullu’nun potansiyelinin tekdüze olduğunu düşündürdü. Proje seçimi konusuna da oyuncular dikkat etmeli, bu kadar benzer karakterler aynı sene içinde yanlış. Serkan Keskin’nin üzerinde ise hala kara komik bir karakter tortusu var. Bu bir oyuncu için önemli bir özellik ama işte bazen de dezavantaj olabiliyor. Eskiden kalan bir adli olayı çözememiş, takıntılı, amiri ile sürtüşen travmatik Amerikan polisi klişe tiplemesi açıkçası bu tortu yüzünden üzerine tam oturmamış oyuncunun. Üzerinde William Dafoe ağırlığı hissettiğim Feridun Düzağaç’ın sinemada yer almayı sevdiği her geçen gün daha iyi anlaşılıyor, filmde rolü az olsa da filmi onunla açmak gayet iyiydi. Kendisini daha çok görmek isteriz beyazperdede.
Sonuç olarak yerli korku gerilim türü için bir kapı aralaması, uluslararası arenaya göz kırpması açısından Güzelliğin Portresi filmini ve özellikle Burçin Terzioğlu’nin sinemaya ne kadar yakıştığını bir kenara not edelim derim.