Hakiki bir kraldı

Bu yıl da gene öyle çok sevdiğimiz sanatçı öldü ki, insan kendini kitabe yazıcısı gibi hissetmeye başlıyor. Geçen perşembe günü de B.B. King aramızdan ayrıldı. Belki de gençlik halini değil, belli bir yaştan sonraki halini hatırladığım ve o da bu yıllar zarfında hiç değişmediği için, bana sanki ölmezmiş gibi geliyordu. O koca cüssesiyle, kucağında muhtelif Lucille’lerinden, yani gitarlarından biriyle çalıp kendine özgü o sesiyle söyleyişini gene dinleriz ama artık bizimle olmadığını bilmek çok üzücü. Üstad 89 yaşında Las Vegas’taki evinde huzur içinde öldü neyse ki...

B.B., Blues Boy’un kısaltılmışıydı. 1940’larda şöhretin tadını ilk kez aldığında kendisine taktığı bir ad. Gerçekten de hep blues çalan çocuk, bluescu çocuk olmuştu. Mississippi’de Berclair pamuk plantasyonunda Riley B. King adıyla doğdu. On iki yaşında gitar çalmaya başladı. Önce pamuk toplayıcısıydı, sonraları traktör sürücüsü oldu. 1946’daki bir traktör kazasının ardından, gitarıyla yakınlardaki Memphis’e kaçtı.

Üç yıl sonra ülkede sadece siyah dinleyicilere hitap eden tek radyo olan WDIA’nın sahibini ikna edip 10 dakikalık günlük bir şov yapmaya başladı. Beale Street Blues Boy adıyla çalıp söylüyordu. Bunu önce Bee Bee’ye kısalttı, sonunda da B.B. yaptı: B.B. King, “blues’un kralı”... Bir efsane böyle başladı işte. Birkaç başarısız tecrübenin ardından “3 O’Clock Blues” ile adını duyurdu.

B.B. King; country, blues ile büyük kent ritmlerini bir araya getirip herkesin hemencecik tanıyacağı bir sound yaratmıştı. Performanslarda gitarını boynundan yakalar, yaralanmış gibi duran elini hızla oynatırdı. Yüzünde bir ıstırap ifadesi vardı. David Ritz ile birlikte yazdığı otobiyografisi “Blues All Around Me”de (1996), “Gitarımı insanî duygulara bağlamak istemiştim” diyordu.

Sadece üstad bir solist değil, aynı zamanda çok iyi gitaristler yetiştirmiş bir hocaydı: Michael Bloomfield, Steve Miller ve Eric Clapton gibi ondan feyz almış beyaz blues-rock gitaristleri 1960’ların sonunda B.B. King’i yeni ve genç bir dinleyici kitlesiyle tanıştırmışlardı. 1960’lar sona erdiğinde bir Top-20 hit’i vardı: ‘The Thrill Is Gone’. Aslında en büyük hit’iydi ve 60’lar bittiğinde B.B. King yeniden bir ikon olmuştu. Yeni dinleyicilere uyum sağlama yeteneğiyle onlara benimseyebilecekleri bir müzik de vermişti. 1960’lar ile 70’lerin rock’n’roll hayranlarının ona kucak açmasına şaşmamak gerek.

1968’de San Francisco rock sarayı Filmore West’teki bir konseri unutamıyor. Kapıda kuyruk olan ‘uzun saçlı beyazlar’ı gördüğünde tur menejerine, “Sanırım bizim için yanlış yerle anlaşma yaptılar” demişti. Sonra da salonu ağzına kadar dolduran dinleyicilere promosyoncu Bill Graham onu şöyle takdim etti: “Hanımlar beyler, size yönetim kurulu başkanı B.B. King’i sunuyorum.” King, “Herkes ayağa kalkıp bağırdı, ben de ağladım” diyor.

İki kere evlendi, ayrıldı. Pek çok çocuğu ve torunu var ama hayatının büyük aşkı, gitarı. Bu hikâyeyi bin kere anlatmıştır. 1950’lerde iki adam kavgaya tutuşmuş, bu arada bir gaz sobasını devirmişlerdi. King, yangından kaçtı... Sonra birden 30 dolarlık gitarını hatırladı ve onu kurtarmak için yanan binaya girdi. Daha sonra kavganın Lucille diye bir kadın yüzünden çıktığını öğrendi. B.B. King hayatının geri kalanında, bir kadının kalçaları gibi kavisli, büyük Gibson gitarlarına hep Lucille diye hitap etti.