“Helalleşmeyi” hatırlamak
‘Helalleşme’, daha çok inançsal referanslarla kullanılan ve gündelik konuşmalarda sıklıkla duyduğumuz bir sözcüktür. Bu sözcüğün politik literatürün konusu olması ise Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun o ünlü daveti ve/veya vaadiyle mümkün oldu. Bugün yeteri kadar karşılık bulmamış gibi görünse de Kılıçdaroğlu’nun Türkiye siyasetine yeni ve önemli hususiyetler kazandırdığını düşünüyorum. ‘Helalleşme’ çağrısı onlardan birisidir. Bireyler arası uzlaşıcı ilişkilere gönderme yapan bu gündelik ritüel, yeni anlamıyla toplumsal-siyasal meseleler ve gruplar arası ilişkilerde daha çok ‘yüzleşme’ dileğine denk gelmektedir.
∗∗∗
Gündelik dileklerin birer politik vaade dönüşmesi, son derece yaratıcı bir siyasal düşüncedir. Zira hem bu dileklerin anlaşılmasını hem de toplumsal kabulünü kolaylaştıran bir işlev görür. Demektir ki aynı zamanda ciddi bir gerilim çözme imkânıdır. Bu anlamda ‘helalleşme’ modern aklın inşa ettiği toplumsal-siyasal gerilimlerin çözümünü değil belki ama çözümü için ihtiyaç duyulan kapıların açılmasını mümkün kılabilir. Dolayısıyla politik bir söylem olarak ‘helalleşme’ daveti aynı zamanda gerçekçidir.
Sosyolojinin ilgi alanından bakıldığında da, siyasette olduğu gibi ‘helalleşme’ genellikle bir tür ‘yüzleşme’ ile ilişkilidir. Bilhassa modernleşme süreci ile kurulan bireysel ilişkilerden toplumsal ve siyasal alana evrilen yıkıcı deneyimler dikkate alındığında ‘yüzleşme’ bir büyük toplumsal ihtiyaç ve dolayısıyla bir toplumsal taleptir.
Yüzleşmenin öteki yüzü aslında yok saymadır. Olmamış gibi davranmak, herkesin bildiğini, kimse bilmiyormuş gibi yapmaktır. Bu ise sözcüğün gerçek anlamında politik ikiyüzlülüktür. Gelgelelim ‘ikiyüzlülük’ de yüzleşmenin olmadığı bir iklimde bir tür toplumsal alışkanlığa dönüşebilir ve dönüşmüştür. Herkesin bir ölçüde şikayetçi olduğu halde, kamusal ortamlarda memnuniyetini dile getirdiği örneklerde olduğu gibi. İşte helalleşme ya da yüzleşme bu toplumsal-siyasal ikiyüzlülüğün üstesinden gelmek için de belki en uygun araç olabilir.
Annem, gündelik konuşmalarımızda sıklıkla “bu memleketin iki yakası bir araya gelmez” derdi. Çünkü hakim politik sistemin ağır toplumsal yaralara yol açan çok fazla günahı vardı ve bunlar kuşaklar arasında söylenegelmişti. Reşat Hallı’nın Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar adlı hacimli kitabını elime her aldığımda bu büyük günahların öyküsünü düşünürüm. Kitap, bir çeşit kitlesel öldürmelerin raporu gibidir. Ülkede hangi kasabada, hangi bölgede ne kadar kişinin ‘imha edildiğini’ uzun uzun resmi raporların verilerinden aktarır. Hepsinin teşhisini de koymuştur; ‘ayaklanma’, ‘isyan’, ‘kalkışma’ vb. Ayrıca bütün bu ‘günahların’ adeta içinde eridiği ve hatta tahrik ve teşvik edildiği söylemini de üretmiştir: ‘medeniyet’, ‘cumhuriyet’ ‘aydınlanma’. Tuhaf bir şekilde bütün bu sözcüklerde anlam bulan idealler söz konusu olunca kan ve gözyaşının tüm biçimleri adeta normalleştirilmiştir.
∗∗∗
Hemen hemen aynı büyük ideallerle gerçekleştirilmiş toplumsal/siyasal devrimlerin öyküsü de bundan farklı değildir. Oysa on binlerce-yüzbinlerce insanın hayatına kıyılarak kurulabilen bütün o ‘ideal rejimler’, nüfusu milyonları bulan hayatlarına kıyılmış insanların ailelerinin ahı ile yaşamıştır ve elbette sadece bu nedenle bile ‘iki yakası bir türlü bir araya gelmemiştir’. Sosyalist devrimlerin çoğu kez hayal kırıklığı yaratan öyküsünü, derin siyasi analizlerin bir adım ötesine ötesine geçerek bir de bu zaviyeden düşünmek gerekir.
Helalleşme daveti böyle siyasal-toplumsal iklim(ler)i teneffüs etmiş bir memlekette belki de köklü bir tedavi biçimi değildir evet ama toplumsal ağrıların hiç değilse hafifletilmesi için bir önemli teşebbüs olabilir. Zira toplumsal yaralarını konuşmamak, onları ortadan kaldıran bir durum değildir. Bu ülke bir gün yaralarını sarma iradesini gösterebilirse herhalde bunun ilk adımı ‘helalleşme’ olur. Aslında bunun dışında bir yolu da yoktur. Sürekli ötekini ‘düşman’ ilan eden bir zihniyetin devam etmesi herhalde bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bu tür bir siyaset ve dil aslında bu ülke için bir büyük yüktür. Türkiye bu yükü daha nereye kadar taşıyacak acaba?