Malum bugün yılın son günü… Sanki içinde bulunduğumuz zamanın da sıfırlanacağına dair aldatıcı bir hissi yaşayanlar bir yana, saatler 00.00’ı gösterdiğinde nitekim 2016 yılına adım atmış olacağız.
Şüphesiz 2016 yılında da pek çok zorluğa ve sıkıntıya göğüs gereceğiz.

Ekonomi açısından bakarsak bu sıkıntıların fazlalığından ve birçok boyutundan bahsetmek mümkün.

Öncelikle 2016’ya nasıl bir ekonomi devrediyoruz?

Kriz dönemlerinin alışılmış gündemi olarak petrol yine karşımızda. Petrol fiyatları düşüşünü sürdürüyor. Sadece ekonomik bir verinin olmasının ötesinde petrolde sürekli hale gelen fiyat düşüşlerinin önemli jeopolitik sonuçları malum; Ortadoğu özelinde ABD ve Rusya arasındaki güç savaşlarından izlediğimiz gibi.

Rusya, diğer petrol ihracatçısı tüm ülkeler gibi önemli bir gelir kalemini kaybediyor, net ithalatçı olan ABD ise avantajlı konumunu koruyor. Kuşkusuz enerji bu açıdan 2016 yılında da önemli bir stratejik kalem olacak ve güç dengelerinin önemli bir belirleyicisi olacak.

Diğer taraftan Çin ve Japonya tarafında ekonomik daralma devam ediyor. Çin ekonomisindeki bozulma işaretleri artıyor. Japonya, parasal genişlemeye gittiği halde ekonomisinde bir toparlanma yaratamıyor.
Avrupa keza daralmanın önüne geçemeyen, işsizlik ve deflasyon süreçlerini aşamayan kriz bölgesi olmaya devam ediyor.

ABD ise tüm küresel dengeleri kendi lehine işleterek ekonomisinde toparlanma yaratmaya çabalıyor. Nitelikli olmasa da bir miktar toparlanma yaratıldığını biliyoruz, bunun karşılığında faiz artışı başladı bile. Faizlerin artması, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından sıcak para döneminin tamamen bittiği koşulları öne çıkartıyor. Şimdi para, aynı FED’in attığı adımlar gibi kademeli olarak merkeze kaçmaya başlayacaktır.

Kısaca küresel kapitalizm, içinde bulunduğu daralma konjonktürü beraberinde merkezde bir toparlanmayı hedefleyerek daha eşitsiz ilerlemesini sürdürüyor. Merkezdeki nispi toparlanma çevrelerdeki kriz dinamiklerini artırıyor. Küresel artığım ise savaş konsepti ile merkez kanallara çekilmeye çalışılması, kapitalizmi en yıkıcı karakteriyle günümüze taşıyor.

Peki Türkiye?
Üretimsiz, istihdamsız, borç ve talana dayalı ekonominin de küresel işleyişten pek farkı yok. Pahalılık işsizlikle birlikte yükselirken, ekonomiden siyasi rant sağlama eğilimi kentsel yağma ve kültürel bozulma eşliğinde artıyor.

Enflasyon, yüzde 8,10 seviyesi ile geçen seneki yerini hemen hemen koruyor. Bu arada tüm dünyada emtia fiyatlarında önemli bir düşüş gözlenirken, bu düşüş Türkiye’ye yansımıyor. Türkiye halkı hala gıdanın, enerjinin en pahalısını kullanmaya devam ediyor ki bunun en büyük nedeni vergiler. Bu vergilerin de nerelere harcandığı ortada. İşsizlik yüzde 10,3 ile geçen senenin nerdeyse bir puan üstünde. Dolar kuru ise 2,93 seviyesiyle geçen yılki 2,32 rakamının üzerinde seyrediyor.

Bunun yanında ciddi bir ihracat yok, ithalat pahalı. Yoksullaşıyoruz.

İhraç ettiğimiz mallar, üretimin de niteliğine ışık tutuyor. Sığlaştırılmış, katma değer yaratmayan bir üretim yapısı mevcut. Teknolojiyi üreten değil, tüketen bir toplum olma halimiz devam ediyor. Çağdışı kalmış bu üretim yapısı çözülmedikçe, nitelikli bir eğitim ihtiyacı da kalmıyor. Bu ihtiyacın yok oluşu, eğitim alanını dinsel-gerici stratejik dönüşümlerin merkezine rahatça taşıyabiliyor. Özellikle yüksek öğretim mezunu işsizliğindeki yüksek seviye ve taşeronlaşma, 21. yüzyılda çocuklukları karartılmış gençlerimizin geleceğini de çalıyor.

Bu sorunların elbette çözümü “reform”, “dönüşüm” gibi içi boşaltılmış, özü daha da “kötüleştirme” olan kavramlardan geçmiyor. Lakin Türkiye’de yönetimsel anlamda reforme edilecek güzel bir şey yok. Kısaca adını da koyarsak çözüm, reformdan değil, devrimci bir değişimden geçiyor.
•••

Kısa bir yılbaşı temennisi ile bitirirken;

Yeni yıldan yeni şeyleri umut etmek elbette elimizde olan ve asla bizden alamayacakları önemli bir silahımız. Umudun eylemle birlikteliği ise 2016’da 2015’in karanlığını hayatlarımızdan söküp atacak olan en önemli gücümüz. Bu gücün özü, ülkemizi savaş stratejileriyle yönetmeye çalışan, içeride ve dışarıda bu kanlı stratejiye arkasını yaslayarak ülkeyi Başkanlık Sistemi’ne zorlayan, her güne yeni bir kabusla uyanmamıza neden olan, hayatlarımızı emeklerimizle birlikte değersizleştirenlere karşı göstereceğimiz direnç, birlikte direnişimizdir. İşte eylem ve umut bir arada olduğunda 2016 yılı, 2015 gibi sıfırlamak istediğimiz değil, uzun sürecek bir geleceği içinde barındıran bir yıl olacaktır. Böylesi bir 2016’ya şimdiden merhaba!