Medya kontrolleri, kutuplaştırmalar vs. derken siyasetsizleştirme büyük oranda başarıldı. Ama ilginçtir; kutupların bütün tarafları, galipler yani iktidar yanılsaması yaşayanlar bile ülkede kendilerini yabancı gibi hissediyor. Galipler, kaybederlerse her şeyin ellerinden alınacağına inandıkları için tedirginler, mağluplar ise kendi ülkelerinde zaten uzun yıllardır ‘göçmen’miş gibi yaşadıkları için... Başka bir ülkede ‘göçmen’ olsalar bu kadar canları yanmazdı muhtemelen, kendi ülkelerinde hiçbir konuda söz sahibi olamamaları bunaltıcı. Bu durum, yani yabancı hissetmeleri, etnik olarak yabancı olanlara öfkelerini arttırıyor muhtemelen. Onların ‘farklı’ görünen yüzlerine baktıklarında kaçtıkları kendi yabancılıklarını, haksızlığa uğramışlıklarını görüyorlar ve bu durumdan nefret ediyorlar. Kendi öfkesine haklı bir gerekçe bulmak, bu açıdan her fırsatı değerlendirmek yabancı düşmanlarının sevdiği bir şey. Sıradan, herkes gibi görünen bir yabancıyı sıra dışı bir noktaya çekmek. Örneğin etnik kökenleri farklı olanların kuyruklu olduklarına, farklı koktuklarına dair akıldışı ön yargılar nasıl da psikanalitik açıdan anlamlı.

TEKİNSİZLİK

Uzun süredir, hatta pandemiyle zirvesine ulaşmış ‘tekinsizlik’ hissi, yabancı düşmanlığının olmazsa olmaz psikolojik atmosferini oluşturuyor. Freud’un tekinsizlik üzerine yazdıklarından biliyoruz ki, benliğin ötekiyle hem özdeşleşme ihtiyacı duyup hem de ondan korkmasıyla ortaya çıkan ‘tuhaf’ çatışmalı bağ, benliğin bilinçli savunmalarını parçalıyor. Savunmaların parçalanması, tekinsizliğin düşle gerçek arasındaki sınırları zedeleyen varlığına imkân veriyor. Bu tekinsizlik hissi, kutuplaşmanın bütün taraflarını içine alan şu anki psikosferi oluşturuyor.

Tekinsizlik hissinin ilacının sanat olması, bu açıdan oldukça anlamlı. Uygarlığın doğayı bize benzeyen varlıklarla donatarak insancıllaştırması, önemli bir buluş. Eski Yunan’dan Azteklere hemen hemen her uygarlık; okyanusları, dağları, Güneş’i ya da Ay’ı insancıllaştırarak insanı tehdit eden tekinsizlik hissiyle baş etmeye çalışmış. Bu animistik süreç, dünyada özgürce nefes almamızı sağladı ama şimdi pandemide yaşandığı gibi nefes almaktan korkar hâlde maskelerle dolaşılması, dijitalleşmeyle birlikte düş ve gerçek arasındaki sınırların bulanıklaşması, tekinsizlik hissini daha da güçlenmiş bir hâlde geri çağırdı. Bu ‘tuhaflık’ duygusuyla baş edilemezse kişiliksizleşme kaçınılmaz, baş edilirse bütün sanatın ve yaratıcılığın ana kaynağını oluşturur. Yani, sadece burada değil, dünyada da güçlenen ve yaygınlaşan bu tekinsizlik hissi, çok iyi şeylerin de çok kötü şeylerin de ortaya çıkışının kaynağını oluşturacak gibi görünüyor. Sanat ve felsefe hatta siyaset bilimini de ekleyebiliriz; tam da bu açıdan tekinsizlik hissini yok etmek yerine tıpkı analiz sürecinde psikanalistin analizanı teşvik ettiği biçimde bu hissi gerçeklikle başka bir bağ kuracak bir biçimde doyurabilecek bir süreci teşvik edebilirse sahici bir umut ortaya çıkabilir.

YABANCI YOK

Freud, yabancılardan, yabancı düşmanlığından değil de kendi içimizdeki yabancıdan bahseder tekinsizlik hissi üzerine yazdıklarında. Bize kendimizdeki yabancılığı nasıl tespit edeceğimizi gösterir. Özetle şöyle der sanki: Hepimiz yabancıysak, yabancı diye bir şey yok. Devletlerin, piyasaların dışına çıkıp öteki insanlarla bilinç dışı bir bağ kurmanın olanağını gösterir sanki. Sanatın da bunu yapmaya çalıştığını söyleyemez miyiz? Yabancılık; içimizdeki yabancıyı tanımak, ‘öteki’yle ilişki kurmamızın nedeni ve amacı değil midir aynı zamanda? Yoksa, başkalarıyla neden birlikte olalım ki?