Toplum bir taraftan salgın nedeniyle yaşam savaşı veriyor, diğer taraftan da ekonomik olarak yaşam sıkıntısı içinde çırpınıyor. Bunlar yetmezmiş gibi, AKP-MHP iktidarı topluma yeni sıkıntılar çıkarıyor.

Uzunca bir süredir, ülke siyasetini din, darbe ve terör üçlüsünün bunaltıcı dar kalıpları içine sıkıştıran iktidar artık bununla da yetinemiyor. Daha fazla baskı yapmanın yollarına koyuluyor.

Ana neden ekonomi

İktidar, yönetimini, geçtiğimiz günlerde bir kez daha baştan sona değiştirdiği Türkiye İstatistik Kurumu-TÜİK’ten istediği istatistikleri alıyor.

Önce, TÜİK, 11 Mayıs günü, bu yılın ilk üç ayında işsizliğin bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1,1 azaldığını açıklamış ancak, başta salgın nedeniyle işlerinden uzaklaşmak zorunda kalan ve işsiz milyonlar olmak üzere bu işsizlik verilerine kimse inanmamıştı.

Sonra TÜİK, 29 Mayıs günü, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla-GSYiH’nin ya da tümüyle ekonominin yılın ilk çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4,5 oranında büyüdüğünü açıkladı. Dünya ekonomileri salgın nedeniyle daha da küçülürken ve salgının sonu belli olmadığından küçülmenin ekonomik daralmanın uzunca bir süre devam edeceğine kesin gözüyle bakılırken, Türkiye ekonomisi her nasılsa büyüyordu (?!) Bu büyüme mucizesine de iktidardan başka inanan olmadı.

Daha sonra da TÜİK, 3 Haziran günü, Mayıs 2020 Tüketici Fiyatları Endeksi-TÜFE olarak enflasyonun geçen yılın aynı ayına göre yıllık yüzde 11,39; bir önceki aya göre de yüzde 1,36 arttığını açıkladı. Enflasyon oranı ile ilgili istatistiğe de ne emekçi, ne emekli ne de diğer alışveriş yapanlar inandı!

Ekonomi ile ilgili bu üç çok önemli istatistiğe, ülke ekonomisi ile ilgilenen iç ve dış çevrelerin tümü de tek sözcükle söylersek, inanmadı.

İnanca dayalı özelliğini sürekli vurgulayan bir iktidara, hele ekonomi konusunda inanılmaması, onu, tek sözcükle, çıldırtıyor. Çünkü bu inanmama olgusu, daha ağır bir ekonomik çöküntüyü ve olası olumsuz sonuçlarını da içinde taşıyor.

Hırçınlaşmanın siyasal yanı

Geçtiğimiz günlerde, ikisi HDP’den Musa Farisoğlu ve Leyla Güven ile biri CHP’den Enis Berberoğlu olmak üzere üç milletvekilinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, kısa süre sonra da tutuklandılar.

Hırçınlaşmanın yeni bir aşaması olan dokunulmazlıkların kaldırılması, elbette, nedensiz değildir.

İktidara geçmeden ana muhalefete ilişkin bir not düşelim.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasını sağlayan anayasa değişikliği teklifine CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen evet diyeceğiz diyerek siyasi yaşamının en büyük yanlışlarından birini yapmıştı. Kılıçdaroğlu, bir de doğru yaptı: bu haftanın başında, 1 Haziran günü Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk’e verdiği demeçte, milletvekili adaylarını liderler değil millet belirlesin dedi. İktidar, doğal olarak Kılıçdaroğlu’nun yanlışına sarıldı; doğru sözlerini duymadı bile. Ancak belirtelim ki ülke siyasetinin bir türlü iyileşmeyen ağır hastalığı lider sultasıdır. Ona son verecek olan adayların ön seçimle belirlenmesi için yasal düzenleme yapılması istenebilirse de, önseçim, parti tüzüğü ile de gerçekleştirilebilir. Kurultay’a gitmekte olan CHP bu konuyu ısrarla, kamuoyunun gündeminde tutmalıdır!

Adına, ister uyumlu, ister yumuşak, ister yalpalayan deyin, gelinen noktada, bu özellikteki ana muhalefet bile iktidarın sakinleşmesini sağlamaya yetmiyor. Halkın oylarıyla işbaşına gelmiş olan belediyeleri ya kayyum atayarak ya da iktidar gücünü kullanarak çalıştırmayan iktidar, şimdi de Meclis’i felç ediyor. Katılımcı demokrasinin son mandalı sandıktır. Sandık sonucunu değersizleştirme giderek tanımama anlayışı, kimi belediyelerden sonra şimdi de Meclis’te işleme konuluyor. İktidarın hırçınlığı daha da tırmanıyor.

Bu nedenle, ülkede hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü; düşünce ve ifade özgürlüğü ve barış isteyen tüm kişi ve kurumsal yapıların bu değerleri sahiplenmek üzere daha fazla uğraş vermeleri, giderek daha büyük ve yaşamsal bir önem taşıyor.