Çalışanlar, sigorta primlerinin karşılığı olarak hastalık ve yaşlılık ödemelerine hak kazanmaktadırlar. Bu tek taraflı bir ulufe sistemi değildir. Eğer bir sosyal sigorta sisteminiz olmasaydı da, birçok ülkede uygulandığı gibi, ödediğiniz vergiler karşılığında sosyal güvenlik hizmetlerine hak kazanmış olurdunuz.

İktidarın emekliyle imtihanı

AKP iktidarının eli emekliye ve emekçiye gitmiyor. Sınıfsal konumlanmasına aykırı. Şöyle de denilebilir: Zaten sermaye iktidarının gözü kendi iktidarını pekiştirecek oy desteği dışında bu kesimleri hiç görmedi. Ancak şimdi bir de uluslararası sermayenin gözü de ekonomi yönetimi üzerinden devreye girince artık hiç görmez. Görmemesi de özellikle istenir.

Eylül sonunda Türkiye’yi ziyaret eden IMF heyetinin 6 Ekim tarihli Türkiye raporu tam da bunu söylüyor: Doğru yoldasınız ama yetmez, sıkı para ve maliye politikalarının dozu artmalı, faizler enflasyonun üzerine çıkarılmalı, buna karşılık ücret artışları enflasyonun altında tutulmalı... (Bkz. K. Boratav, "Bir IMF Heyeti Türkiye’de", Sol Portal, 13.10.2023). 

Çarpıtılmış bahaneler 

Liberallerin her daim desteğini alan bahaneler de hep hazırdır. Çarpıtılmış olgulara dayalı bu bahaneleri sıralayalım: Bütçeler devasa açıklar veriyor, enflasyon tırmanıyor. Bunların ardındaki en önemli sebep (kaynaklara ve verimliliğe kıyasla) aşırı cömert ücret artışları ve emekli aylıklarıdır. Talebi baskılamadan enflasyon durmaz; demek ki ücretleri/emekli aylıklarını baskılamak orta/uzun vadede emekçi kesimlerin de çıkarınadır... 

Bu çarpıtmalara şu kısa yanıtları verelim: 

(i) Kamu açıklarına kimlerin sebep olduğu için fazla araştırmaya gerek olmadan verilecek tek bir yanıt vardır: Açıkların yegâne sorumlusu sermayenin kendisidir. Bizzat kendisi veya onun temsilcisi olan iktidarla ortak olarak... 

Kamu kaynaklarının savrulması, yolsuzluklarla soyulması da elbette ciddi açık nedenleridir ama bunların sermayeden tamamen bağımsız olarak yapılması mümkün müdür? Yöntemlerini tartışmayacağız. Ama kamu harcamalarının, kamu ihalelerinin hedef kitlesine bakılırsa daha iyi anlaşılır. Kamu Özel İşbirliği modelleri ortak soygun düzeninin adeta özeti gibidir. 

Ayrıca vergi ödevini yerine getirmeyerek de kamu açıklarının doğrudan/dolaylı sorumlusudur sermaye kesimi. Bu da üç yoldan yapılır: Bir, kanunlara konulan çeşitli vergi ayrıcalıkları (istisna ve muafiyetler) yoluyla vergi gelirlerinin önemli bölümü (2023 bütçesinde üçte bire yakını) toplanmadan harcanmış olur. İki, vergi ayrıcalıkları dışında da vergiden kaçınma yöntemleri (daha düşük oranlardan vergilenme, gelir vergisinin artan oranlı tarifesine tabi olmama) sermayenin emrine sunulur. Üç, bütün bunlar yetmezmiş gibi, vergi kaçırma yolları da ardına kadar açık tutulur. Burada kaçırılan sadece sermaye kesiminin ödemekle yükümlü olduğu gelir ve kurumlar vergisi borçları değildir; maliye ve SGK adına tahsil ettikleri ücretlilerin gelir vergisi stopajları, SGK primleri, KDV ve ÖTV tahsilatları vs de dahildir. Nasıl olsa "vergi afları" yoluyla düzeltme imkânları iki yılda bir sermaye lehine sunulmaktadır; bu süre zarfında gaspedilen vergiler sıfır faizli kredi olarak kullanılabilir ve nasıl olsa gecikme cezalarının faizi borçlanma faizinin altındadır... 

(ii) Diğer bir çarpıtma, emekli aylıkları sanki bütçeden ödeniyormuş gibi eleştiri konusu yapılmasıdır. Türkiye’de prim esaslı sosyal sigorta sistemi yürürlüktedir. İlke olarak yaşlılık aylıkları sosyal sigorta sisteminin uzun vadeli aktüaryal hesaplarına bağlı olarak ödenir. Bunun için yaşlılık için kesilen primlerin uzun vadeli ve verimli değerlendirmelere konu yapılması beklenir. Türkiye’de 1970’lerden itibaren SSK ve Emekli Sandığı’nın uzun vadeli birikimleri genellikle kamu borçlanmasının güncel ihtiyaçlarına dönük olarak kullanılmış ve bu kurumların aktüaryal dengeleri bozulmuştur. Şimdi sosyal güvenlik sistemleri özellikle yaşlılık aylığı ödemeleri bakımından zora düşmüşler, açıklarını büyütmüşlerdir. Dolayısıyla artık Hazine’den SGK’ye yapılan transferlerin büyüdüğü bir döneme girilmiştir. 

Tekrar vurgulayalım: Çalışanlar, sigorta primlerinin karşılığı olarak hastalık ve yaşlılık ödemelerine hak kazanmaktadırlar. Bu tek taraflı bir ulufe sistemi değildir. Eğer bir sosyal sigorta sisteminiz olmasaydı da, birçok ülkede uygulandığı gibi, ödediğiniz vergiler karşılığında sosyal güvenlik hizmetlerine hak kazanmış olurdunuz. Demek ki, sefalet düzeylerindeki emekli aylıkları üzerinden emekçiler üzerinde baskı kurmaya, Hazine ve Maliye Bakanı gibi, "2022 sonunda 3.500 TL olan taban emekli aylığı şimdi 7.500 TL; enflasyon bu kadar artmadı" şikâyetinde bulunmaya kimsenin hakkı yoktur. Kaldı ki TÜFE’nin yıl sonunda yüzde 65 olacağı açıklandı ama 7.500 TL’ye talim eden emekli grubu için bunun yüzde 100’ün altında olduğunu kim iddia edebilir? 

(iii) Bütçede personel ödeneklerinin bütçe harcamalarına ve GSYH’ye oranına bakılırsa bu oranların OECD ülkelerinin en düşük düzeylerinden birini yansıttığı görülecektir. Merkezî Yönetim Bütçesinde personel ödenekleri bütçenin yüzde 25’i dolayında pay alıyorsa, bu tam da bir azgelişmiş ülke manzarasını yansıtır. Gelişmiş ülkelerde bu oranın iki katına çıkılmaktadır. 

İktidardan Çalışan Emekliye Darbe 

Sermaye iktidarı, seçimlere çeyrek kala, emeklilerin geçim sıkıntısının yarattığı baskıyı görmezden gelemedi; ama bir ulufe niteliğinde olan bir kerelik 5 bin TL’lik bir ikramiyeden ötesine eli gitmedi. Emeklilerin kalıcı bir iyileştirme umutlarını üç ay sonrasına erteleyerek zaten yeni bir hayal kırıklığı yaratmışken, bir de emekliler arasında çok büyük bir eşitsizlik yaratacak (mevcut eşitsizliklere eklenecek) yeni bir uygulamaya da imza atmış oldu: Halen çalışmakta olan emeklilerin ikramiyeye hak kazanamayacağını peşinen ilan ederken, aynı zamanda belirli bir emekli kesimini de karşısına almayı göze almış oldu. Tek tasasının, mümkün olduğu kadar az harcamayla işi kurtarmak olduğunu, emeklilerin yaklaşık üçte birlik kesimini daha fazla mağdur etmeyi umursamadığını göstermiş oldu. Bu durum, IMF’ci teknokrat aklın AKP’nin siyasi aklının önüne geçtiğini göstermesi bakımından da hayli ilginçtir. 

Bu tasarrufun, eğer yasa teklifi hazırlanırken geri adım atılmazsa, birçok bakımdan yeni eşitsizler yaratması beklenir: Bir defa, çalışmak zorunda kalan emekliler genellikle alt gelir düzeyindeki emekli kesiminden gelmektedir. Kaldı ki, unutmayalım, çalışan emekliler kesimi uzun yıllar boyunca çok haksız bir "sosyal güvenlik destek primi" ödemek zorunda da kalmıştır. Emekli oldukları halde sigorta primi ödemek zorunda bırakılmışlardır. Halen de bu destek primi işveren üzerinden devam etmektedir. İkincisi, çalışan emeklilerin bir bölümü kayıtdışı oldukları için bu ikramiyeden mahrum bırakılamayacaklardır! Böylece katmerli eşitsizlik doğmaktadır: Kayıtlı çalışanlar cezalandırılıyorsa, bu durum bundan böyle emeklilerin kayıt-dışı çalışmasını teşvik etmeyecek midir? 

Üçüncüsü, en yüksek emekli maaşı alan sigortalılar ek bir ücretli işe ihtiyaç duymamaktadır; onların ikramiyelerinde bir kesinti söz konusu olmayacaktır. Daha önemlisi de şudur: Ek ücretli işler dışında da ek gelir kaynakları bulunmaktadır. Görece daha tuzu-kuru olan emekliler faiz ve kira geliri, hatta BİST hisse sahipliği üzerinden temettü (kâr) geliri alabilmektedir. Tarım gelirlerine de sahip olabilirler. Bütün bu gelirler ücretli çalışan emeklilerin yanına bile yaklaşamayacakları boyutta olabilir. Ama onlar 5 bin TL ikramiyeden mahrum bırakılmayacaklardır. Peki bu eşitsizliği nasıl görünmez kılacaksınız? 

Olaya insani değil siyasi boyutundan bakılırsa, bu girişiminin iktidardaki siyasetin ayağına dolanacak türden olduğu vurgulanabilir. Kaldı ki, düzenleme bu biçimde yapılırsa, Anayasa’nın 10. ve 61. maddelerine aykırılıktan iptal edilmesi işten değildir. Şimdiki mesele, emeklilerin sessiz çığlıklarını sesli çığlıklara, daha doğrusu yüksek sesle söylenen taleplere/tepkilere çevirmektir. Bu tepkiler de ancak örgütlü yapılar içinde mücadele edilerek büyütülebilir.