OECD bünyesinde faaliyet gösteren, kuruluş amacının terörün finansmanı gibi kara para aklama ile mücadele olduğu belirtilen  Mali Eylem Görev Gücü’nün ( FATF) kara listesi’ne Türkiye bu yıl alınmadı, gri yerini muhafaza etti

OECD bünyesinde faaliyet gösteren, kuruluş amacının terörün finansmanı gibi kara para aklama ile mücadele olduğu belirtilen  Mali Eylem Görev Gücü’nün ( FATF) kara listesi’ne Türkiye bu yıl alınmadı, gri yerini muhafaza etti. Şubat ayında Paris’te gerçekleşen toplantı öncesinde ise borsadaki ani düşüş ve Türk lirasındaki değer kaybı, aslında küresel finans sermayesindeki beklentinin kara liste olduğunun altını çiziyordu. Suriye’de süren iç savaş boyunca dış basının sıklıkla yer verdiği cihadist çetelere finansal, lojistik ve istihbarat desteğine ilişkin haberler, RTE’nin Twitter’ı sansürlemesi gibi hükmedebileceği mecraların dışında olması sebebiyle dünya kamuoyunda bilinen gerçeklere dönüşmüştü çünkü.

Başlarda ABD’nin ve gerisindeki İsrail’in ambargosunu delmek adına Türkiye’nin İran’la gaz-altın takasıyla başlayan gelişmeler bilhassa Obama yönetimini rahatsız ettiği ölçüde dış basına yansırken, ardından nispeten daha bağımsız medyanın yer verdiği El Kaide gibi çetelere sunulan finansal/ lojistik destek, Ortadoğu’da büyütülen kaosun salıverdiği bumerangın ne derece Türkiye’yi vuracağını aslında ortaya da seriyordu. Bu durum bir ölçüde iç savaşı çeteler üzerinden yöneten ABD’nin aleyhine işlemese de, Türkiye’nin giderek savaşın içine sürüklenmesi finansal kârları ve bu kârların peşinde koşanları riske atıyordu.

Geçen günlerde Slate.com adlı site Ortadoğu’nun karmaşık ilişkiler ağını tabloya dökmeye çalışarak bölgede kim kiminle dost veya düşman ortaya çıkarmak istemiş. İyi niyetli hazırlanmış bu tablonun ortaya döktüğü görüntü politik, ekonomik ilişkiler ağında kimsenin ne yeterince düşman ne de yeterince dost olduğu gerçeğinden öteye gitmiyor. Örneğin tabloya bakarak, Hatay’dan açıklama yapan ve Türkiye’den yardım aldıklarını belirten El Kaide ile veya İHH aracılığıyla dirsek temasında bulunulan IŞİD’le AKP nezdinde Türkiye’nin düşman olduğu söylenebilir mi?

Velhasıl resmi açıklamaları baz aldığını düşündüğümüz malum tablo Türkiye’nin Suriye ile olan ilişkisine “düşman”, İsrail ile olan ilişkilerine ise “karışık” işareti koymuş.

“Diplomatik düşmanlık” ilişkisinin parçalanan Ortadoğu’dan daha fazla pay kapma dürtüsüyle oluşan ekonomik kaygılarla nasıl “duygusal bir dostluğa” dönüştüğünü, altın-gaz takasında İran örneğinde görmüştük. Lakin 2008 yılından bu yana silah ve mühimmat alışverişinin boyutlarını rakamlara döken Birleşmiş Milletler verilerine bakıldığında ilginç bir tablo önümüze çıkıyor.

“Düşman” kategorisinde olan Suriye’ye gönderilen silah ve mühimmatın, ilişki durumumuzun “karmaşık” olarak belirtildiği İsrail’den alınanlarla 2010 yılından itibaren bariz yükselişi İsrail-Türkiye-Suriye arasında açık bir silah trafiğine işaret ediyor.

Türkiye İsrail’den yüksek teknolojili silah ve mühimmat alırken, otomotiv, demir çelik ve bunun yanında askeri bot, üniforma benzeri malzemeler satıyor. F4 uçaklarının modernizasyonu çalışmalarında Milli Savunma Bakanlığı’nın İsrail ile ortaklığı gibi pek çok askeri konuda iki devletin “dostluğu” ortada.

Kuşkusuz AKP’nin bir yandan Hamas, diğer bir yandan IŞİD gibi aktörlerle sürüklendiği zemin, yeni-Osmanlıcılık iddialarının büyük bir kepazelikle çöktüğü sonu gelmez bir siyasetsizliği ortaya koyarken, diğer bir yandan yürüttüğü ikircikli ilişkiler bu siyasetsizliği ABD’nin bile gözüne batacak bir boyuta ulaştırıyor. Erdoğan’ın ise ülke içinde ve Arap dünyasına karşı bu siyasetsizliği hamasette Yahudi düşmanlığı ile gizleme arayışlarının sonuç vermediği ortada. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken, sıkıştığı köşeden kaçmanın bir yolunu bulamadığını önceki gün başlayan yeni bir operasyon dalgasıyla izlemek mümkün. İktidar içi çatışmaların, bu tip zamanlarda gündemi kontrol altına almada ve medyada kendi propagandasını yaptırmada işe yaramadığını söyleyebilir miyiz?