İmamoğlu mindere Erdoğan’ı çağırıyor
Yerel seçim tarihi yaklaştıkça İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ile Murat Kurum arasındaki fark daha belirgin hale gelmeye başladı. İmamoğlu’na karşı “belediyecilik”, “şehir yönetimi” ve “hizmet” söylemleri üzerinden başarı kazanmaya çalışan iktidar cephesinin eli, Murat Kurum’un sönük performansı nedeniyle günden güne zayıflıyor.
Oysa en başta, muhalif ittifakın dağılmasının, iktidar blokunun bir arada durmaya devam ettiği koşullarda Kurum’u İmamoğlu karşısında avantajlı pozisyona getirdiği düşünülüyordu. Fakat İstanbul’da Saray tarafından ana hatları çizilen seçim kampanyası, hem inandırıcılık duvarına tosladı hem de Kurum’un kişisel yetersizliğinin getirdiği engellere takıldı.
***
Hatırlanırsa, adı aday olarak açıklandıktan sonra Murat Kurum, sosyal medya hesabından Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu ile bilgisayar başında çalıştıklarını gösteren bir fotoğraf paylaşmıştı. Bu, “Benim arkamda devlet var” mesajıydı. İlerleyen süreçte Erdoğan’ın izlediği yerel seçim stratejisi de Kurum’un mesajını pekiştirdi. Gittiği her kentte merkezi yönetimin kendilerinde olduğunu hatırlatan Erdoğan, yerelin hizmet alabilmesi için belediye başkanlarının iktidar ile uyumlu çalışması gerektiği tehdidini savurup durdu. Bunu depremden en büyük zararı gören Hatay’da bile yapmaktan çekinmedi. Açık açık “Oy yoksa hizmet yok” demeye getirdi.
Kurum’un devlet destekli kampanyasının son halkası Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamaları oldu. Bakan Şimşek, geçen günlerde Bahçelievler’de düzenlenen bir etkinlikte, “Eğer büyükşehir iyi çalışırsa inanın daha verimli şirketlerimiz olur. Çünkü evden işe, işten eve daha az zaman harcarsınız. O nedenle Murat kardeşimiz gelirse metro çalışmaları hızlanırsa, herkes kazanır. Çalışan kardeşimiz kazanır daha az strese girer, şirketlerimiz kazanır daha yüksek verimlilikle çalışır” dedi. Yani Şimşek de İmamoğlu İBB Başkanı olduğu sürece hükümetin İstanbulluların hizmet alması konusunda zorluk çıkaracağını bir kabine üyesi olarak bizzat ikrar etti.
***
Arkasındaki büyük güce rağmen Kurum’un İstanbul’da beklenen heyecanı ve etkiyi yaratamamasının belli başlı bazı nedenleri var. Öncelikle, başarılı görünen bir belediye başkanına karşı seçimde zafer elde etmenin zorluğu, siyasette genel bir kural. Kurum en başta bu bariyeri aşamıyor.
Üstüne bir de 8 kilometrelik metroyu 8 adımla eleştirmek gibi akla ziyan mizansenlere kalkışarak pek parlak olmayan imajını daha da aşağı çekiyor. Konuşmalarından İstanbul’u fazla bilmediği, yönetmeye yeltendiği kenti iyi tanımadığı anlaşılıyor. Kurum bir yandan kentin ilçelerini karıştırıyor diğer yandan imza attığı gaflarla polemik rekabetinde de İmamoğlu’na karşı seri yenilgiler alıyor. İmamoğlu’nun kendisine yakıştırdığı “acemi aday” etiketini yakasından bir türlü sökemiyor.
Ayrıca eski bir Şehircilik Bakanı ve uzun yıllar İBB’yi yönetip kentteki sorunları derinleştiren bir iktidarın adayı olarak, İstanbul’a hizmete dair ortaya attığı vaatlerin altını güven harcıyla karamıyor. “Bugüne kadar neden yapmadınız?” sorusuna ikna edici bir yanıt verilemediği gibi, fiyaskoya dönüşen Fikirtepe, yıkıma davetiye çıkaran imar afları ve maden facialarını doğuran bürokratik onaylar sıra sıra dizilip Kurum’un arkasından geliyor.
Kurum, İstanbul’da 5 yılda 650 bin konut yapacaklarını iddia ediyor ancak temsil ettiği iktidarın deprem bölgesinde söz verdiği konutları teslim etme konusundaki başarısızlığı tüm çıplaklığıyla ortada duruyor. 6 Şubat depremlerinin ardından afet bölgesinde 680 bin konuta ihtiyaç olduğu saptanmış, Erdoğan bir yıl içinde 319 bin konutun depremzedelere teslim edileceğini söylemişti ancak bu ayın sonunda teslim edilen konut sayısı 75 bini (Hedefin yüzde 23,5’i) biraz geçebilecek.
Tüm bunların yanında Kurum’un bir diğer dezavantajı ise büyükşehirlerdeki özgün siyasi durum elbette. Muhalif ittifak kurumsal zeminde dağılsa da İstanbul’da iktidara karşı tutum alma dinamiği hâlâ aktif.
Sosyo-politik bilinç düzeyi daha yüksek olan ve ekonomik krizden ülkenin diğer bölgelerinde yaşayan nüfusa göre daha fazla etkilenen İstanbul halkı, yerel seçimleri aynı zamanda iktidarı cezalandırmanın bir durağı olarak görüyor. Muhalefete karşı “terör” ve “güvenlik” üzerinden yürütülen kara propaganda, İstanbul’da ve benzer özellikleri barındıran diğer büyükşehirlerde Saray’ın istediği sonuçları üretmiyor. Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandıran taktik, İstanbul’u ve Ankara’yı kazandıramıyor.
***
Kurum’un merkezinde olduğu bir kampanyanın iktidarı seçim galibiyeti konusunda fazla ümitlendirmediği açık. Gelinen noktada İmamoğlu’un Kurum’a sağladığı üstünlük, onun gerçek rakibi Erdoğan’ı daha fazla sahaya müdahale etmeye zorluyor.
Ancak burada da hassas bir denge söz konusu. Seçimler yaklaşırken Erdoğan’ın İstanbul’da daha etkin rol oynaması, iktidar açısından, rejim karşıtı kesimleri bloklaştırarak CHP ve İmamoğlu’nun sağlamaya çalıştığı “taban ittifakı” olgusunu güçlendirme riskini içeriyor. Bu, muhalefet partilerinin seçime ayrı adaylarla girmesinin ortaya çıkardığı avantajın minimize olması demek.
Yine de Erdoğan’ın ipleri tamamen eline alacağı bir aşamaya geçmekten, ortaya kendini koymaktan başka şansı yok. Çünkü Saray, 31 Mart’ta Kurum’un yarattığı enerjiden daha fazlasına ihtiyacı olduğunu biliyor.