İran: İleriye mi, geriye mi?
İran vesilesiyle Trump, attığı tweetlerle gözünün Molla rejiminin üstünde olduğunu duyurdu, toy Suudi Kralı Selman’ın -aç tavuk misali- Fars imparatorluğunun yıkılması rüyaları bir kere daha depreşti, IŞİD’den Körfez’de Selefist kim varsa herkes aynı anda Meşhed’den Kum’a tüm göstericilere alkış tutuyor. Gören de, “Kendi ülkelerinde ne demokrasi var, İran halkını ne çok seviyorlar” diyecek.
Bizim mahalle de bölündü, emperyalizm olgusuna dikkat çekti diye, Fatih Hocaya şevkle saldıranı mı dersin, Kürtlere destek adına pek bir heyecanlananı mı, IKBY’nin “Bağımsız Kürdistan”ı yıkan sinsi güç diye gösterilere oh çekenleri mi, say say bitmez. Son altı yılda aynı iç çekişler Esad için yapıldı, bugün Rojava başta olmak üzere tablo hiç parlak görünmüyor. Oysa, “Kürtlerin hakları” için, ne 2003’te Irak’ın, ne 2011’de Suriye’nin, ne de 2018’de İran’ın dış müdahaleyle işgali ve yıkımını savunmaya lüzum var.
Galiba güçlük, tartışılanın önce ve sadece İran olmasından. Ekim Devrimi’nden, 1908 İkinci Meşrutiyet’inden ve elbette 1923 Cumhuriyet Devrimi’nden doğrudan esinlenen İran. Çağdaşlaşmada Mustafa Kemal’den ilham alan İran. 1979’a kadar devam eden Şah Rejimi, İslam Devrimi ve en son İslam Cumhuriyeti.
Elbette İran Suudi Arabistan’dan epey ayrılır; sadece Vahhabi karşıtlığından da değil, hak ve özgürlükler ve hatta “demokrasi” tartışmasında da bu böyle. Buna son yıllarda El Kaide başta olmak üzere IŞİD ve El Nusra gibi “kafa kesiciler”e karşı amansız savunması da eklenince İran’a her yerde sempati kaçınılmaz hale geliyor (Son bir kaç yılda Suriye ve Irak’ta kimi Türkmen kasabalarını Türkiye’nin değil, İran Ordusu’nun kurtarması ironikti). General Kasım Süleymani’nin pek çok Ortadoğu ülkesinde bir “kahraman”a dönüşmesi biraz bundandır.
İran bu tür askeri pratiğiyle, başka bir saflaşmanın da hep sembolü oldu. Araplığa karşı Farslılık klasik bölünmesine bu defa IŞİD’de temsil olan Radikal İslam’a (arkasındaki Suudi Arabistan ve Katar) karşı Şii İslam’ı ekseni oluştu. Daha büyük bölünmede ise Rusya ve Çin’in yanında İran, karşılarında ABD -ve malum- diğerleri.
Yüz yılı aşkın çağdaşlaşma adımları ve Cumhuriyet aydınlanması nedeniyle Türkiye’de mezhep fay hatları çok sert değil. Bu sebeple mezhebi farklılıklar -Selefi akımlarda keskin bir İran karşıtlığına yol açsa bile-, İran’a karşı tutumda pek bir farka yol açmadı. Türkiye’de geleneksel bir Arap karşıtlığı hep vardı ama Fars düşmanlığı -Selefist marjinal çevreler hariç- pek taban bulmadı. Hatta Zazaca’nın Farsi kökenleri, Alevilerin “Horasan’dan geldik” tarih bilinci, “Kürdistan”ın mesela ilk kez İran’da ortaya çıkması, herhalde İran’a Türkiye’deki bakışı pozitif yönde etkilemiştir.
“Neo-Osmanlıcılık’tan Değerli Yalnızlık”a terfi edenlerin propaganda ettiği gibi Türkiye’de Alevilerin özel bir İran sevgisi hiçbir zaman olmadı. İmam Rıza’yı, Ebu-Müslim Horasani’yi, Türk Şahı Safevi İsmail’i, Horasan’ı, Deylem’i, kendine özgü dilleri, Ehl-i Haklar’ı hep sevdiler. Cemi, ateşe girme törenlerini, 72 bin Horasan Erenleri’ni, Alamut Kalesi’ni evet hiç unutmadılar -yüzyıllar evvel “ölüye değil sağlara gideriz” diyerek Erdebil yollarından ayrılmadılar mesela (Bu tarihi, İran’la ilgili çalışmalara erkenden imza atmış tarihçi Ali Kaya’dan okumanızı öneririm). Ama “İslam Devrimi”nden hemen sonra “soluyor çiçekler parmaklıklar ardında” dizelerini yaratmış, teokratik yönetime savrulmuş, hepsi bugün birer ağa olan Molla rejimini, sendika ve grev hakkının olmadığı, tüm kadınların sadece yüzde 13’ünün çalışabildiği, Kürt eylemcilerinin birer elbise gibi vinçlerde sallandırıldığı, Arap, Kürt ve Azerilerin anadilde eğitim hakkının bile güvenceye kavuşmadığı, şu son bir kaç gündür meydanları dolduranlara bile “Allah’a karşı savaşıyorlar” deyip “idam” tehditleri sallayan Şii İslam Cumhuriyeti’nden hiç hazzetmediler (Tuhaftır; bugün hâlâ Alevilerin çoğu, Şiiliği bir tür Sünnilik sanır).
Son yıllarda İran’ın imajını daha geniş bir zeminde ve kısmen düzelten tek istisna, Suriye’de IŞİD’e karşı sahaya inmesi ve Esad ve laik Suriye’nin ayakta kalmasına verdiği yadsınamaz katkı oldu (Gerçi yeniden inşa edilecek Suriye için yazılması planlanan “yeni Anayasa”nın -Rusya’ya zıt şekilde- laik niteliğine İran’ın itirazı olduğu da biliniyor). Ortadoğu’da batı emperyalizmine karşı tek direniş cephesi yalnızca bu eksen, güçlü bir sosyalist hareket yok, dolayısıyla “sol”da dahi bir İran sempatisi doğal. Mezhepçiler kızsın ama, bu da başka bir “mahalle gerçeği” işte.
Solun önemli bir kesimi bir zamanlar “anti-emperyalist” diye İran İslam Devrimi’ni desteklemişti. Şah Rejimi’nin yıkılması, ABD’nin ülkeden kovulması kuşkusuz önemsiz değildi. Ancak yerine kurulan acımasız bir diktatörlüktü, Humeyni gericilerin gericisiydi, akıl, bilim, eleştiri hakkı, laiklik rafa kaldırılmış, tüm yaşam din kurallarına göre tanzim edilmişti. Son seçimler -tıpkı Türkiye’de 16 Nisan referandumu gibi-, seçim hilelerine ve şaibeli sonuçlara da sahne oldu. Mollalar büyük bir ülkeye ne yazık ki diz çöktürmüş halde.
Saygın bir tavrı olsa bile, İran’ın dış politikadaki anti-emperyalist tavrı bir Molla rejimini aklayamaz. Tek ölçü, ABD’ye tavır olamaz. Desteklenecek olan sokaktaki İran halkının her türden hareketi değil, demokratik talepleri ve ileriye doğru yaşanabilecek bir değişimdir. ABD’nin İran’da veya başka herhangi bir yerde “demokrasi” diye bir derdi elbette yok, dünya üzerindeki en gerici ve barbar rejim olan -kuklası- Suudi Arabistan hanedanı ile uzun yıllardır hiçbir sorunu yok mesela. 1979’daki hatadan hiç olmazsa 2018’de dönülmeli. Aradan kırk yıl geçti, ziyadesiyle ders var elimizde.