Ülkemizde adı artık kaza değil cinayet olarak anılan ve toplumsal bir sorun haline gelen iş cinayetlerinin önü alınamıyor. Geçtiğimiz hafta basına yansıyan bir İSİG açıklaması aynen şöyleydi;

“ İSİG (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi)’in AKP’nin hükümete geldiği 3 Kasım 2002’nin 19’uncu yıldönümünde iş cinayetlerinde ölen işçilerin sayısını paylaştı. Bu sürede en az 28 bin 380 işçi hayatını kaybetti.”

İSİGin açıklamasında «Her geçen yıl emekçilerin aleyhine çıkarılan yasalar, giderek azalan alım gücü, hak ve özgürlük mücadelelerine karşı süreklileşen bir baskı ve güvencesiz çalışma koşullarının yaşama geçirildiği bir iş cinayetleri rejimi. İşte 19 yılın özeti bu» denildi.

Evet, tablo ne yazık ki gerçekten bu kadar vahimdir. Biz de Artı televizyonunda haftalık olarak yaptığımız Emek ve Hayat programının bir bölümünde her program İş cinayetleri raporu yayınlayarak bu konuya dikkat çekmeye ve toplumsal bir duyarlılık oluşturmaya çalışıyoruz.

Aslında ülkemizin iş cinayetleri konusundaki kötü sicili oldukça eskiye dayanmaktadır ve biz ne yazık ki hala iş kazalarında Avrupa 1’incisi ve dünya 3’üncüsü olma kötü istatistiki verilerini koruyoruz. Hükümetler süreç içerisinde bu soruna çare bulmak konusunda çeşitli adımlar attılar elbette. Bununla birlikte mevcut hükümetin bu soruna çare olarak 2012 yılında çıkarttığı 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu bu konuyu devletin kontrol ve denetiminden uzaklaştırdı ve adeta özel sektöre teslim etti. Bu gün yaşadıklarımıza ve gelinen duruma baktığımızda bu yasanın derde deva olmadığı gerçeğini net bir biçimde görüyoruz.

Böyle düşünmemizin sebebi şudur;

Öncelikle devlet pek çok konuda olduğu gibi çalışma hayatında da etkin rol oynar ve oynamalıdır da. Devletin bu konudaki görevi anayasamızın 49uncu Maddesinden kaynaklanmaktadır. Devlet çalışanları korumakla yükümlüdür. Devlet bu görevini ilgili Bakanlık (ki bu bakanlık Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıdır) ve buna bağlı İş teftiş gurup başkanlıkları, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü gibi kurumları aracılığı ile yerine getirir. Özellikle İşçi sağlığı ve İş güvenliği konusundaki Bakanlık müfettişlerinin denetimi çok büyük önem arz eder. Ancak gelin görün ki 6331 sayılı yasa ile birlikte özel sektöre getirilen işyerlerinde İG (iş güvenliği) uzmanı bulundurma ve/veya bu hizmetin OSGBlerden (ortak sağlık güvenlik birimi) karşılanması zorunluluğu bakanlığın bu konudaki denetim görevini neredeyse özel sektöre devretmesini de beraberinde getirmiştir.

Yasa çıktığında en çok eleştirilen konuların başında İG uzmanlarının işverenlerin ücretli elemanları ve/veya hizmet faturası karşılığı dışarıdan iş yapan OSGB elemanları olmasıydı. Bu uzmanların İş güvenliği riskleri karşısında iş akitleri kaygıları olmaksızın işi durdurmaya kadar varacak önlemler alabilmeleri mümkün olacak mıydı? Bu elbette ki uzmanlara sağlanacak iş güvencesi ile mümkün olabilecek bir konuydu. Yasanın çıktığı 2012 yılından bu yana aradan geçen 9 yılda bu sorumuza ne yazık ki olumlu yanıt alamadığımızı belirtmeliyiz. Çünkü gerek İG uzmanları, gerekse dışarıdan hizmet veren OSGB’lere bağlı uzmanlar işlerine son verilme kaygısıyla genellikle işverenlerin tepkisini almayacak (maliyet yaratmayacak, üretimi zayıflatmayacak) özetle işverenle “uyumlu” olarak görev yapmaya özen göstermek zorunda kaldılar.

Bununla birlikte içinde bulunduğumuz yıl verilen bir Yargıtay kararı İG uzmanları açısından görevlerini laikiyle yerine getirmeleri bakımından gerçekten önemli ve sevindirici bir karardı.

Olay özetle bir inşaat şirketinde İG uzmanı olarak çalışan işçinin İşçi sağlığı ve iş güvenliği bakımından tespit ettiği ve hayati risk taşıyan eksikliklerin giderilmesi için işverene rapor sunduğu, işverenin uzmanın bu bildirimini dikkate almadığı, bunun üzerine uzmanın görevi gereği durumu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş teftiş gurup başkanlığına bildirdiği ve bunun akabinde işverence işten çıkarılması şeklinde gelişmiştir.

İşten çıkarılan işçinin konuyu yargıya taşımasının ardından İlk derece mahkemesi işçi lehinde karar vermiş ancak Bölge adliye Mahkemesinin davanın reddi kararı neticesinde konu Yüksek Yargıya taşınmıştır.

Yüksek Yargı kararında öncelikle İG uzmanlarının bildirim yükümlülüğüne vurgu yapmıştır;

“ İş Güvenliği Uzmanlarının Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmeliğin 11. maddesinin 3. fıkrasına göre; “İş güvenliği uzmanı, işverene yazılı olarak bildirilen iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili alınması gereken tedbirlerden acil durdurma gerektiren haller ile yangın, patlama, göçme, kimyasal sızıntı gibi hayati tehlike arz edenleri, belirlenecek makul bir süre içinde işveren tarafından yerine getirilmemesi hâlinde, işyerinin bağlı bulunduğu çalışma ve iş kurumu il müdürlüğüne yazılı olarak bildirmekle yükümlüdürler.”

Daha sonra da uzmanın görevini yerine getirdiği için işverence adeta cezalandırılarak işten çıkarılmasına karşılık kararı işçi lehinde bozarak işvereni işçinin 12 aylık (1 yıllık) ücreti tutarında tazminata mahkûm etmiştir.

“ Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgulara göre, davacının iş güvenliği uzmanı olarak 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 8. maddesinin 2. fıkrası kapsamında işyerinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hayati tehlike arz eden ve acil durdurmayı gerektiren eksiklik ve aksaklıkları yazılı olarak davalı işverenler ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yetkili birimine bildirdiği, bu bildirimden dolayı davalılar tarafından davacının iş sözleşmesinin feshedildiği anlaşılmış olup, bir yıllık sözleşme ücreti tutarından az olmamak üzere davacının tazminat talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde talebin reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” ( Y.9.H.D.E 2020/4467 K. 2021/7646
T. 06.04.2021 )

Bu karar sevindirici olmakla birlikte İG uzmanlarımızı ne kadar motive eder, işverenlerimizi de ne kadar daha dikkatli olmaya teşvik eder bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var o da işçi cinayetleri ülkemizde halen öncelikli toplumsal sorunların başında gelmeyi sürdürmektedir.

Bu konuda ilerleme kaydedebilmemiz ancak devletin işçi sağlığı ve İş güvenliği konusunda daha etkin rol oynaması ile mümkündür. Geçmişte olduğundan daha güçlü olarak Bakanlık denetimlerinin arttırılması buna uygun kadro yapılarının oluşması Mevcut özel sektör uzmanlarına da mutlak iş güvencesi getirilerek, bunların yaptıkları İşyeri risk analizleri ve işverenlere sundukları eksiklere ilişkin raporların Bakanlıkla da paylaşılması sağlanmalıdır. Bu kötü tablodan kurtulmak için konunun tüm taraflarından (Sendikalar, işçi, işveren örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve inisiyatifler) gelecek öneriler Devlet tarafından değerlendirilerek ilgili mevzuatta iyileştirmeler acilen gerçekleştirilmelidir.